Mitolojik Anlatıların Yeniden Üretilmesi
- Bilal Patacı
- 9 Oca 2016
- 15 dakikada okunur
İnsanoğlunun içinde yaşadığı dünyayı anlama/anlamlandırma çabası onunla yaşıttır. Bu çaba yalnızca kadim insana özgü değildir. Günümüz insanı da kadim insan gibi varoluşsal soru(n)lara yanıt aramakta, kendisinin ve içinde bulunduğu evrenin bidayetine ve nihayetine ilişkin merakını sürekli olarak canlı tutmaktadır. Daha çok felsefi bir ameliye olarak görülen bu merakın kadim toplumlarda mitler aracılığıyla giderilmeye çalışıldığı söylenebilir. “Nereden geldik?” ve “Nereye gidiyoruz?” şeklindeki iki önemli sorunun yaratılış ve eskatoloji mitleri/mitosları ile izah edilmeye çalışıldığı bilinmektedir. Bu yönüyle mitler kutsal hakkında bilgi verir ve sürekli tekrarlanan ritler aracılığıyla da bireyin kutsal ile irtibatı sağlanmış olur. Bununla birlikte mitoloji yalnızca kutsal âlem ile bireyin yaşadığı âlem arasındaki iletişimi sağlamakla kalmaz, sosyal bir varlık olan insanın toplumdaki rolünün belirlenmesi ve onun etnik ve toplumsal örgütlenmelere katılmasını da sağlamaktadır. Bu yönüyle mitleri sosyolojik açıdan tahlil etmek gerekmektedir. Mitlerin bir bilgi formu olduğu düşünülürse, bu tahlilin bilgi sosyolojisi perspektifinden yapılması ayrı bir önem arz edecektir. Bu gaye doğrultusunda bu çalışmada mitolojik anlatıların bilgi sosyolojisi perspektifinden değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Karen Armstrong’ göre insanoğlu daima mit-yapıcı olmuştur. Yazar insanoğlunun kendisi dışında var olan gerçekliği anlama çabasının onu mitoslar üretmeye sevk ettiğini söyler. Her ne kadar modern insan için yabancı bir kavram gibi gözükse de mitoslar kadim insanlığın psikolojisidir.[1] İnsanoğlu yüzleştiği sorunlar karşısında mitoslar aracılığıyla çözüm yolları aramıştır. Esasında mitosun bu işlevi yalnızca kadim çağlarda değil, günümüzde de farklı bir şekilde de olsa tekerrür etmektedir. Bu durum, insanoğlunun doğasının değişmediğinin kanıtı olması açısından önemlidir. O halde mitos denilen bu ifade biçimlerini hakkında neler söylenebilir?
Öncelikle mitosun tanımına yoğunlaşmak gerekir. Pierre Grimal, dünyanın mevcut düzeninden önceki bir düzeni konu alan ve yerel ya da sınırlı bir özelliği değil de, eşyanın doğasına ait organik bir yasayı açıklamayı amaçlayan bir anlatıya teamülen “mitos” denilebileceğini ifade etmektedir.[2] Eliade’ye göre ise mit; “çok sayıda ve birbirini bütünler nitelikteki bakış açılarına göre ele alınıp yorumlanabilen son derece karmaşık bir kültür gerçekliğidir.” Ona göre mit daima yaratılışı konu edinmiştir. Mitler, bir nesnenin nasıl yaratıldığını, nasıl var olmaya başladığını anlatır. Yani mitler en yalın ifadeyle kutsalın hikâyeleridir.[3] Bu anlatı kozmosun bütünü ya da bir parçası hakkında olabilir. Bu bağlamda Grimal’in yalnızca evrensel bir gerçekliğe ilişkin olarak sınırlarını çizdiği mit tarifinin aksine Eliade yerel ölçekte mitlerin var olduğunu kabul etmektedir. Nitekim kültür mitleri olan etiyolojiler böyledir. Her kültür izleğinde görülen bu mitik anlatıların birbirinden çok farklı şekilde kurgulandığı görülmektedir. Walter Burkett ise Grimal’in tanımına yakın olarak miti “ortaklaşa önemi olan bir olguya, tikel göndermelerde bulunan geleneksel öykü“ şeklinde tanımlamaktadır.[4] Fuzuli Bayat ise mite anlam paradigması bağlamında yaklaşmakta ve onu bir düşünce tarzı, bir şuur nev’i olarak izah etmekte ve dünya hakkındaki gerçekliğin ta kendisi olarak görmektedir.[5] Bayat’ın bu bakış açısı, pozitivist indirgemeci yaklaşımlar neticesinde uydurma, masal, efsane olarak tanımlanan ve gerçeklikle bağı tamamen koparılan mite itibar kazandırma girişimlerinden yalnızca biridir. Eliade bu durumun mitin modern çağdaki günlük kullanımını anlaşılmaz kıldığı gerekçesiyle kabul etmemektedir. R. Segal da Eliade gibi miti yaratılışın hikâyesi olarak görmekte ve geçmişte yaşanan bir durumu anlattığını ifade etmektedir.[6] Şinasi Gündüz ise miti tarihsel olay, masal, darb-ı mesel gibi türlerden ayrı değerlendirmekte ve pozitivist eğilimin hakikatin kendisi olarak sunulduğu bir atmosfer içerisinde mit tanımlaması yapmanın güçlüğüne ve tehlikesine işaret etmektedir. Gündüz, miti inananlar açısından değerlendirerek “Tanrıya, tanrısal âleme, evrenin ve insanın oluşumuna, geçmişine ya da geleceğine veya herhangi bir unsurun, ritüelin, âdetin ya da herhangi bir nesnenin kutsal kökenine ilişkin bir anlatı olarak tarif etmektedir. Mitlere yer verilen toplumlar açısından mitos, hakikatin ifadesi olarak kabul görür ve topluma etki edici bir işlevi olduğu düşünülür.[7] Mit sözcüğüne ilişkin oldukça fazla tanım yapılabileceğini düşünen Roland Barthes ise daha farklı bir açıdan yaklaşarak miti en yakın ifadeyle “söz” olarak tanımlamaktadır. [8]

Mitlerin Özellikleri
Kutsalın hikâyesini anlatan mitler, tarihsel süreç içinde logosa ve historiaya uymadığından ötürü ötekileşmiştir. Eskiçağda Xenophanes özellikle Homeros ve Hesiodos’taki anlatıların logosa karşı olduğunu ifade ederken, modern çağda pozitivist yaklaşım da mitlerin tarihsel gerçeklikten uzak olduğunu iddia etmiştir. Bu nedenle mit sözcüğü “uydurma, yalan, hayal” sözcükleriyle eş anlama sahip olduğu dile getirilmiştir. Oysaki son dönem mit araştırmacıları, mit ve gerçeklik arasındaki ilişkiye farklı bir boyut kazandırmıştır. Bu araştırmacılardan Eliade öncelikle yaşayan mite odaklanmak gerektiğini şu sözlerle ifade etmektedir.
“Oysa biz "mit''i bu anlamda ele almıyoruz (zaten bu anlam gündelik dildeki en yaygın olandır). Daha kesin konuşmak gerekirse, mitin bir "kurmaca" durumuna geldiği akıl evresi ya da tarihsel an bizi ilgilendirmiyor. Bizim araştırmamız, öncelikle mitin "yaşayan" mit olduğu -ya da son zamana kadar bu özelliği koruduğu toplumlarla ilgili olacak; yaşayan mit deyişinden insan davranışı için model oluşturması ve bu yolla yaşama anlam ve değer kazandırması olgusunu anlıyoruz. Söz konusu geleneksel toplumlarda mitlerin yapısını ve işlevini anlamak, insanın düşünce tarihinin bir evresine yalnızca ışık tutmak değil ama aynı zamanda çağdaşlarımız arasından bir kategoriyi de daha iyi anlamaktır.”[9]
Eliade’nin işaret ettiği bu işlev mitik anlatıların neden bilgi sosyolojisi açısından değerlendirilmesi gerektiği sorusunu da cevaplamaktadır. Çünkü miti bilmek, nesnelerin kökenine ilişkin sırra vakıf olmak demektir. Böylece nesnelere hükmedilmesi, onların yorumlanması ve yönlendirilmesi kolaylaşmaktadır. Ancak bu bilme işlemi soyut değildir. Bu, tam da yaşanan bir bilgidir ki, mitik anlatıların toplumsal hafızayı şekillendirmesi ve süreklilik arz etmesine olanak sağlayan ritler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Dahası yalnızca aktarıldığı toplum tarafından anlaşılması onu kapalı bir bilgi yapmaktadır. Çünkü mitlere dinsel-büyüsel bir gücün eşlik ettiği düşünülür. Zaten nesnelere hükmedilmesini sağlayan da bu güçtür. [10]
İnsanoğlunun yapıp-etmeleri bir davranış çizgisi oluşturmaktadır. Bu davranış çizgileri kültürel kodlar olarak tanımlanır ve sonraki nesillerin yapıp-etmelerinin meşruiyet zeminini oluşturur. Bu kültürel kodları oluşturan önemli bir etmen ise mitlerdir. Çünkü mit, geçmişte bir kez yaşanmış bir olayın sürekli tekrar edilmesidir. Dolayısıyla insanın yapıp-etmeleri o ilk prototip olay aracılığıyla şekillenmekte ve bu ilk prototip olayın sürekli olarak tekrar edilmesi, yani yeniden üretilmesi toplumun kültürel kodlarına yansımaktadır. Bu yönüyle mitler davranış formları üretmekte ve toplumları bu vasıta ile şekillendirmektedir. Haliyle bu şekillenme neticesinde geleneksel denilen toplumların ortak belleği teşekkül eder. Yani mitler geleneği destekler ve insan edimlerinin, adetlerin, törenlerin, kurumların uzak geçmiş zamanda kutsal ile olan rabıtasına referansta bulunarak meşruiyet üretirler.
Bu bağlamda mitlerin temel özelliklerine yoğunlaşacak olursak mitler;
Doğaüstü varlıkların fiil ve hareketlerinin tarihidir.
Tamamen gerçek kabul edilirler. Çünkü gerçekte vuku bulmuş olaylardır ve kutsalın öyküsüdür.
Her zaman bir yaratılışı anlatırlar. Bu yönüyle insan fiillerinin ilk örneğini teşkil ederler.
Tarihüstü bir karaktere sahiptir. Var olandan daha eski bir zaman diliminde – düş zamanında – gerçekleşmiştir.
Nesnelerin kökenine ilişkin bilgi sunar.
Sürekli olarak tekrar edilebilir bir mahiyete sahiptir.[11]
Özetle mitler nesnelerin kökenine ilişkin bilgiler sunan gerçek ve kutsal öykülerdir. Mitler sürekli bir yaratılış arketipidir. Bu yönüyle insanların ve toplumların bu arketipler aracılığıyla davranış formları oluşturmalarını sağlamaktadır. Böylece yeniden üretilebilir bir mahiyet kazanmaktadır. Bu bağlamda kadim insanın tüm fiillerinin kutsal ya da kutsal ile irtibatlı olduğu gözden kaçmamaktadır. Gerek paleolitik çağ gerekse neolitik çağ olarak nitelenen zaman dilimlerinde insanoğlunun sahip olduğu yetenekler ve yaptığı fiiller dinseldir. Çünkü kadim insan, ilk arketipi izleyerek var olduğu zaman diliminden düş zamanına geçtiğini düşünür. [12]

Mitlerin İşlevi
Mitin tanımının ve özelliklerinin bilinmesi şüphesiz ki mitlerin anlaşılması ve yorumlanması/yeniden üretilmesi noktasında önemli bir eşiktir. Akabinde ihtiyaç duyulan bilgi ise mitin işlevlerine yöneliktir. Campbell mitin dört temel işleve sahip olduğunu ifade etmektedir. Bunlardan ilki diğer üç işlevin özünü teşkil ederr. Mitin asli işlevi varlığın gizemi karşısında huşuyu beslemesidir. Bu temel işlev tarafından desteklenen diğer işlevleri ise kozmolojik, sosyolojik ve psikolojik olarak nitelemek mümkündür. Buna göre mitler kozmoloji yaratmaktadır. İnsanoğlunun anlamakta en çok zorlandığı hakikatlerin başında kozmos gelmektedir. Mitler bu kadim soruyu kutsal ile irtibatlandırarak izah etmeye çalışmıştır. Ancak zaman çizgisi ilerledikçe insanoğlunun kozmosa ilişkin bilgisi artmış ve kozmoloji mitoslarından uzaklaşılmıştır. Öyle ki, günümüzde bu alan neredeyse tamamen bilime terkedilmiştir. Dolayısıyla mitin kozmolojik işlevinin kadim çağlarda olduğu gibi önemini koruduğunu söylemek doğru olmayacaktır.
Mitlerin üçüncü işlevi - yani sosyolojik olan – mevcut toplumsal düzeni desteklemektir. Mitler, bireyi yönlendirerek grubuyla organik bir bağın içine sürükler. Kozmolojik işlevde olduğu gibi zaman ve insanlığın gelişimi mitlerin sosyolojik işlevini zayıflatmıştır. Örneğin avcı toplumu birbirine kenetleyen mitlerin, tarım toplumunda tesirli olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca mitler haricinde toplumlara etki eden pek çok yeni söylem belirmiştir. Bu durum, doğal olarak mitlerin sosyolojik işlevinin etkisinin azaltmıştır. Ancak bir ihtiyaçtan doğan bir arayışın ürünü olan mitlerin bu işlevi etkisi azalsa da günümüze kadar devam etmiştir.

Mitler, kadim dünyanın vazgeçilmez bir unsuru olarak tanmlanır. En yalın ifadeyle insanın içinde bulunduğu zorlu duruma yardımcı olması için tasarlanmıştır. Armstrong durumu şöyle açıklamaktadır:
“(Mitler), yalnızca insanların yaşamlarından bir anlam çıkarmalarına yardım etmekle kalmamış, insan aklının onlar olmaksızın ulaşamayacağı alanları açığa çıkarmışlardı. Psikolojinin ilk biçimiydi mit. Yeraltı dünyasına inen, labirentlerde yollarını bulan ve canavarlarla çarpışan tanrıların ya da kahramanların başlarından geçenlerin öyküleri ruhun gizemli işleyişine ışık tutmuş, insanlara içlerinde kopan fırtınalarla nasıl baş edeceklerini göstermişti.”[13]
İnsanoğlu için bir rehber işlevi gören mitler elbette ki tarihsel süreç içerisinde değişen pek çok şartlar altında yeniden kurgulanacak, ya da başka bir yorumla aktarılacaktı. Ancak tüm bunlara rağmen bütün bir mitoloji tarihi, insan doğasının özünde değişmediğini gösterecektir. Bu nedenle modern insan da kadim insan gibi mit üretmeye devam etmektedir. Mitlerin bu sürgit yapısı insan doğasının bir ihtiyacı olarak belirse de, sürekliliğin sağlanmasında önemli rolü ritler oynamaktadır. Yani ritler bir taraftan mitlerin kalıplaşmış davranışlar aracılığıyla anlatılması iken öte taraftan mitlerin sürekliliğini sağlayan bir etmen olarak belirmektedir.
Kelime olarak “ayin” manasına gelen “rit” sözcüğü özellikle mit ile ilişkisi bağlamında değer kazanmaktadır. Ritler, kadim insanların sosyal aktivitesidir. Mitoslar yazı öncesinde söz, resim ve ya çeşitli göstergelerle aktarılmaktaydı. Mağara duvarlarına çizilen av sahneleri sanatsal kaygıdan çok kutsal bir hikayeyi aktararak bir arketip oluşturmaktaydı. Dolayısıyla bu hikayeyi esas alarak yapılan av, esasında duvara resmedilmiş kutsal hikayenin canlandırması, yani ritüel formunda yeniden üretilmesiydi. Bu yönüyle ritler, mitosların canlandırılmış aynı zamanda yeniden üretilmiş formlarıdır. Yazının icadından sonra mitlerin aktarım aracı olarak yazının kullanılmasına rağmen, en etkili aktarım vasıtasının ritler olduğu bir gerçektir. Bu bağlamda mitlerin yeniden üretildiği modern toplumlarda modern ritüellerin varlığı da kaçınılmazdır. Öte taraftan Xenaphanes’in, logos ile çelişmesinden ötürü mitlerin uydurma söylemler olduğuna ilişkin muhalefetinin daha şiddetli bir versiyonunu, literal ifadelerinin bilimsel izahlara uymamasından ötürü mitosları reddeden modern düşünürlerde görmek mümkündür.[14] Modern akademyada mitler adeta mumyalanmıştır. Böylece tarihin bir evresinde var olduğu ancak yaşanan zamanda işlevini yitirdiği düşünülmüştür. Bununla birlikte yalnızca kadim insanın mit ürettiği düşünülerek, kadim insanı anlamak için mitler sadece bir araştırma objesi, tarihsel bir belge olarak görülmüştür. Kutsalın ötelenmesi, Tanrının ölümü, sekülerliğin önceliği, bilimin yeterliliği derken hayatın her karesini kutsalın gölgesinde yaşayan insandan önce kutsal ve seküler olmak üzere parçalı bir insan imgesine, sonrasında ise kutsalın tesirini kaybettiği tamamen sekülerleştirilmiş bir insan tipine gerçekleşen evrim insanı tatmin etmeye yetmemiş, aksine daha da mutsuz kılmıştır. Titanik gemisinin batışı teknolojinin kırılganlığını; iki dünya savaşı ve atom bombasının kullanılması bilimin mihraplarında üretilen öldürücü gücü; Aushwitz ve Bosna’daki dram kutsalla bağını yitirmiş insanlığın nasıl bi
r yokediciye dönüşeceğini göstermiştir. Bu örnekler, insanlığı barbarlıktan kurtaracak olanın rasyonel eğitim olmadığını ortaya koymuştur. Tıpkı kadim çağlarda olduğu gibi içinden çıkılmaz durumlarda insanlık, içinde var olduğu zamanı aşma arzusunu yineleyecektir. Bu arzusu neticesinde modern insan modern mitleri - sanat, rock müzik, uyuşturucu[15], bilgisayar oyunları ve film gibi… - üretecektir.[16] Campbell’ın deyimiyle kahramanın sonsuz yolculuğu devam etmektedir.
Mitlerin Yeniden Üretilmesi
“Mitlerin yeniden üretilmesi” ifadesi, özellikle miti yalnızca mitolojik zamanın bir ürünü olarak değerlendirip ötekileştiren pozitivist yaklaşımlardan ötürü kullanılmaktadır. Çünkü mit ve ritüel arasındaki kopmaz bağ gereği mit sürekli ve doğal olarak üretilmekte ve aktarılmaktadır. Üstelik bu aktarım sadece yazınsal değildir. Daha doğru bir ifade ile sadece alfabe veya sembolik ifadelerle bütünleşik bir sisteminin ürünü değildir. Barthes’e göre dil yalnızca sözcüklere indirgenemez. Yazarın bu tezi yazının keşfinden önceki var olan durumla da örtüşmektedir. Nitekim İnka kipuları veya piktogram resimler düzenli sözler olarak kabul görmüştür. Ancak mit sadece dilbilim çerçevesine de sığmaz. O daha genel bir bilim olan göstergebilimin alanına dâhildir. Bu bağlamda mitin tözsel değil biçimsel sınırları vardır. Esas olan mitin sunduğu bildiri değil, onu söyleme biçimidir. Dil, söylem, söz vb. sözcükler ister sözsel olsun isterse görsel, bunlarla anlatılmak istenenin anlamlı bireşimler olduğu bilinmelidir. [17] Yani bir gazete veya fotoğraf ya da heykel ve hatta bir şey belirttikleri sürece nesnelerin kendisi söz olarak algılanacaktır. Barthes’in bu savı yalnızca modern mitler için değil klasik mitler için de geçerlidir. En önemli aktarım aracı olarak görülen ritlerdeki şekilsel uygulamalar görsel olarak bir şey anlatmaktadır. Dolayısıyla yazı öncesinde ve sonrasında mitosların, mağara duvarlarına çizilen resimler, oral hikayeler, çeşitli semboller, ritler, dram ve tragedya türü görsel oyunlar ve tabiki yazılı metinler aracılığıyla aktarıldığı rahatlıkla söylenebilir. Bununla birlikte mitlerin bireysel ve toplumsal gelişime yaptığı katkı ve oluşturduğu kültürel kodlar da mitin sürekli üretimine zemin hazırlamıştır. Ayrıca miti üretme şeklinin sürekli değiştiği de ifade edilmelidir. Bu bağlamda mitlerin yeniden üretilmesi ifadesine yeniden dönülecek olursa, bu “yeniden“ vurgusu, mitin ötekileştirilmesinin bir sonucu olarak modern insan ile kadim gelenek ve kutsal arasında kopa(n)rılan bağların tekrar oluşturulduğu düşüncesine atıf yapmaktadır. Kısacası modernin ötelediği dünyanın modern kodlar aracılığıyla yeniden inşa edildiği söylenmektedir. Bu nedenle mitik üretimin modernliği ihmal edilmemeli, mitlerin yorumlanması da bu yönüyle ele alınmalıdır.
Modern hayatın ve aracılarının insanlığın aradığı mutluluğu bulmada ve soru(n)larının çözümünde yetersiz kalması neticesinde modern insan doğa itibariyle kadim insandan farklı olmadığını farketmiştir. Bu nedenle kadim dünyanın en önemli göstergelerinden biri olan mitosları, kendi dünyasında kendi zamanının kodlarıyla yeniden yorumlamıştır. Özellikle edebi eserler, sinema, sanat, reklamlar aracılığıyla modern mitler oluşturmuştur.
Edebi türdeki mitik üretim bir geleneğe aittir. Bu tür, modern periyotta oluşmadığından biçimsel özellikleri ve sınırları geçmişten t6evarüs etmiştir. Bu meyanda günümüze ait mitik bir edebi eserin geçmişteki benzeri türünden izler taşıması doğaldır. Ancak bu zamana ait mitik eserden bir Hesiodos’un Theogonia’sı ya da Vergilius’un Aeneas’ı olması beklenemez. Aksi halde bu mitik eser kötü bir pastişten öte bir varlık gösteremez. Dolayısıyla biçimsel açıdan yazınsal özellikleri taşımakla birlikte kendine özgü mitik bir üretim esas olduğu ifade edilebilir. J. R. R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit eserleri bu yönüyle incelemeye değerdir. Eser elf, goblin, cüce, büyücü, ejderha, hobbit gibi mitik öğeleri kullanarak mitik biçimin zihinlerde teşekkül etmesini sağlar. Eserin bu yönü okuyucuyu yaşadığı çağdan uzak bir düş zamanına iletmektir. Yine hobbit kahramanın tipolojisi Campbell’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğunu adlı eserindeki mitik çözümlemeyi izler. Ancak eseri özgün kılan şey, kurgulanan bu mitik evren ile söylenmek/aktarılmak istenendir. Armstrong mitlerin ilk psikoloji örnekleri olduğunu söylerken oldukça haklıdır.[18] Her mitin arkasında insanoğlunun, merakı, endişesi, travması, korkusu vardır. Tolkien’in İkinci Dünya Savaşı’nda savaşan bir asker olarak tarif edilemez tabloyu mitler yardımıyla sembolik bir evren kurgulayarak anlatması, açıkçası eserin özgün ve zamanının değerini yansıtan boyutunu gözler önüne serer.

Mitik üretimin diğer bir türü olan sinematik kodlar eşliğinde daha çok yazınsal eserlerden hareket ederek oluşturulan anlatım, yazınsal, sembolik ve teatral ifadelerin bir kolajı gibidir. Sinema, gerek klasik mitolojiyi gerekse modern mitolojiyi yeniden üretip yorumlayabilmektedir. Ancak edebi türde okuyucu sayısınca yeniden üretim söz konusuyken, sinemada genellikle tek bir kurgudan söz edilebilir. Bu yönüyle sinema, izleyici grubu tek bir ekrana kitler. Burada biçimsel olarak daha sınırlı bir mitik evren kurgusundan bahsetmek yerinde olacaktır. Buna rağmen, mitik öykünün zihinde beliren bir öykü olmaktan çıkıp, görsel ile canlandırılması etki boyutunu artırıcı bir özellik taşır. Dolayısıyla sinematik kodlarla yorumlanan mitik öykü ve kahramanların etrafında neden oldukça büyük fan kitlelerinin oluştuğu kolaylıkla anlaşılabilir. Sinema tıpkı mitoloji gibi kahramanı gerçek dünyadan sıyırarak tarihüstü bir formda kurgular ve tanrısallığın bir vasfı olan ölümsüzlüğü kahramana verir. İkisi arasındaki benzerlikler, işlevsel yönlerin mukarenesi ile daha rahat anlaşılabilir. Bu bağlamda mitolojinin sosyolojik işlevinin sinema eliyle hızlandığını söylemek mümkündür. Burada klasik mitolojik hikayelerin sinema perdesine yansıtılmasından bahsedilmemektedir. Burada esas vurgulanmak istenen, sinema hikayelerinin mitik bir evren tasarlamasıdır. Üstelik başarılı sinema örnekleri edebi türdeki mitik üretimde olduğu gibi izleyici kitlesi adedince yorum ortaya koyabilmektedir. The Matrix filminin ilk serisi bu noktada güzel bir numunedir. Filmin esas oğlanı Neo’nun tipik bir mitik kahraman psikolojisine sahip olduğu kolaylıkla anlaşılır. Film, tam anlamıyla post-modern bir Mesih/kurtarıcı figürünü yansıtan modern bir eskatoloji sunmaktadır. Ancak kurgu öylesine müthiş yapılmıştır ki, Hıristiyanlık, Gnostisizm, Marksizm, Budizm, Tasavvuf, Post-modernizm vs. dini ve felsefi pek çok gelenekten izler rahatlıkla seçilebilmektedir. Zizek, bu durumu mürekkep testine benzetmekte ve her izleyici kitlesinin sahip olduğu arkaplan kadar kurgunun filmde sunulduğunu ifade etmektedir.[19] Bu, bir taraftan filmin başarısını gözler önüne sererken, öte yandan hakikatin buharlaşmasına ya da hakikatin her yerde olabileceğine ilişkin sosyolojik tezlerin kalıcı bir görsel etki eşliğinde aktarıldığını açıklamaktadır. Yine Armstrong’un mitlerin sürekli bir şüpheyi canlı tutarak yeniyi keşfetmeye yönelik bir güdü sunduğunu söylemesinden hareketle, benzeri bir güdünün film aracılığıyla verildiği anlaşılmaktadır.

Sinemanın modern mitolojinin üretim merkezi olmasının yanında, sinemayla ilişkin pek çok uygulamanın da modern ritüeller olarak kabul edilmesi doğaldır. Örneğin, sinema galaları ve sinema salonlarındaki seans uygulamaları bu bağlamda ele alınabilir. Bilindiği gibi ritüel; birey ya da gruplarla ilgili bazı değerlerin, belirli zamanlarda, sembolik ve hemen hemen hiç değişmeyen ardışık davranış biçimleri ile tekrarlanmasıdır.[20] Ritüelin bu tanımından hareketle sürekli tekrarlanan davranış biçimleri bir aktarım aracıdır. Bu sayede grup bilinci oluşur. Ritüele katılanlar arasında duygusal bir bağın varlığı söz konusu olur. Daha çok dini karakterli olduğu düşünülse de seküler karakterli ritüellerin varlığı da bir gerçektir. Dolayısıyla konumuz gereği sinemayı seküler ve modern ritüellere sahip bir sektör olarak görmek mümkündür. Yapılan her filmin galası, her galanın kendine has bir takım uygulamalara sahip olması bu yönüyle düşünülebilir. Bilindiği gibi ritüeller, toplum tarafından kabul görmüş özel görevlilerce yönetilirler. Sinema açısından bakıldığında, film esnasında korku, hüzün, endişe, sevinç vs. duyguların seyirciye aktarılması ve bu duyguların seyirci ve oyuncularla eşzamanlı olarak yaşanması için sinema salonları ritüelin icra edildiği mekanlar olarak karşımıza çıkar. Bu eşzamanlı duygudaşlık için müzik, ışık-karanlık dengesi, görsel efektler gibi araçların kullanıldığı da bir gerçektir. Salona gelen bütün kitle tek bir amaç için gelmiştir ve filmdeki yönlendirmeleri takip etmektedir. Tıpkı ritüelin bitiminde ritüele katılan kimsenin belli bir süre ritüelin etkisinde yaşaması gibi filmden sonra izleyicilerde de aynı duygu yaşamaya devam eder. İnsanlar, ritüel aracılığıyla bir zamanın içinde var olmakla birlikte zaman ve mekandan sıyrılıp kutsalla iletişime geçtikleri gibi, film süresince salonda ontolojik olarak var olsalar dahi duygusal olarak sanal ekranın içinde başka bir zaman ve mekanda yaşamaktadır. Sinema bu yönüyle miti ritüelle buluşturmakta ve mitin sosyolojik ve psikolojik işlevlerini yinelemektedir.
Günümüzde mitlerin yeniden üretildiği bir diğer alanın kapitalizmin en önemli dişlilerinden biri olarak görülen reklam sektörü olduğunu söylemek mümkündür. Barthes, reklamları kapitalist sistemin mitolojileri olarak görür ve bu sayede kapitalizmin varlığını devam ettiğini iddia eder. Sanayi inkılabı sonrasında devamlı kendisini yenileyen teknoloji, süreğen bir tüketimi körüklemektedir. Bu gaye doğrultusunda bireylere sürekli tüketim komutunun gizli bir yolla verilmesi gerekmektedir. Bu gizli yol ise göstergelerin yoğun olarak kullanıldığı reklamlardan başka bir şey değildir. Tükettikçe mutlu olacak bireylerin üretilmesi olarak da görülebilecek bu mitolojik etkinin kapitalist sitemin denetçileri tarafından kontrol altında tutulduğu malumdur. Amaç bireylerin tektipleştirilmesidir. Bu gerçekleşirse bütün göstergeler tek bir anlama işaret edecek ve anlamın çokluğu buharlaşacaktır.
Barthes’e göre sürekli değişen reklam formatları ve teknikleri, bireyde saplantısal bir şekilde sunulan ürünü almaya yönelik bir arzu peyda etmektedir. Yazar, bir anlamda aklın ikna edilmesi olarak görülen bu duruma neomania demektedir. Neomania, yeni olarak sunulan her şeyin mutlaka satın alınmasını gerekli olarak gören çılgınlıktır. Bu saplantısal hali sürekli kamçılayan dürtü ise reklamlar aracılığıyla üretilen mitolojilerdir. Bu sayede basitçe günlük ihtiyaçların temin edilmesi olarak tanımlanan alış-veriş sade anlamından sıyrılmakta ve mitleştirilmektedir. Burada mitoloji ifadesinin kullanımına ayrıca dikkat çekmek gerekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, yazarın ısrarla bu ifadeyi seçmesinin tek sebebi mitolojinin toplumsal davranışları şekillendiren ve aidiyet hissini canlı tutan sosyal işlevinden ziyade, onun ritler aracılığıyla sürekli olarak aktarılması ve yeniden üretilmesi fonksiyonu olsa gerek. Çünkü mitos gerçekte bir kez yaşanmış kutsal bir hikaye olsa da, onun en temel özelliği sürekli tekrar edilmesidir. Bu yönüyle tüketimin reklamlar aracılığıyla mitleştirilmesi, sürekliliğini garanti etmek içindir.
Mitlerin yeniden üretilmesi mitin varlığının doğal bir esası iken, “gelenek” diye bir zaman dilimi üretip bu zaman dilimini mitolojik ve metafizik olarak – yani bilimsellikten uzak, uydurma – donuklaştıran, kalıplaştıran ve böylece “gelenek”i süreç içerisinde yenilenen ve sürekli değişen bir formdan ziyade statik olarak kurgulayan modern paradigma, ultra modern bir yaklaşımla var olan algıyı kutsama ve mevcut siyasi-sosyo-ekonomik ve hatta kültürel etkinliği meşrulaştırma ve devamlılığını sağlama gayesiyle bilinçli ve suni bir mit üretimi gerçekleştirmektedir. Bir başka deyişle özünde doğal bir tekrarlanma ve yenilenme olan bir söylemin, etkinlik gücünden ötürü kasıtlı olarak üretilmesi ve yönlendirilmesi söz konusudur. Bu bağlamda “Batı Uygarlığı” söyleminin mitik bir kurgu aracılığıyla meşrulaştırılma çabası gözden kaçmamaktadır. Sahip olduğu düşünsel zeminin Hıristiyan etkisini reddedip köklerinin Greko-Romen kültürüne dayandırıldığı bu söylem, terakkinin yegâne yolunun batılı aydınlanmanın esaslarına sahip olmayı zaruret addederken, karşı mit olarak doğu söylemini inşa etmiş ve “batı” ifadesine yüklediği bütün erdemlerin zıttını doğuya atfetmiştir. Haliyle “batı” ifadesi bir yön, bir coğrafya anlamından sıyrılıp zamanüstü bir formda mitik bir karaktere bürünmüştür. Bu mitin sürekli tekrar edilmesi için de “batı” kimliğinin kendilerinden teşekkül ettiği parçaların meşruiyeti ve devamlılığı sağlanmalıdır. Bu nedenle kapitalist ekonominin devam etmesi, askeri veya kültürel emperyalizmin sürekliliği, bilimsel izahın yegâne hakikat (tartışılmaz kutsal) ve üst anlatı olması ve tabi ki “batı”nın sürekli ötelediği bir “öteki” figürüne ihtiyaç duyması gerekmektedir. Özetle oryantalist çabanın esası olan “doğu”yu mitleştirme, aslında “batı uygarlığı” söylemini de mitleştirmek demektir. Burada mit sözcüğü ile “uydurma, gerçekte var olmayan” kastedilmemektedir. Aksine bu mit aracılığıyla batı uygarlığı söyleminin meşrulaştırılması ve devamı için toplumların bu söyleme entegre edilmesi kastedilmektedir.

İnsan doğasının değişmediği hakikati, insanlığın temel sorunlarının, arzu ve isteklerinin şekilsel olarak farklılaşsa da tözsel olarak aynı kaldığı sonucuna götürüyor. Bu bağlamda mitlerin, insanoğlunun asli arayışlarına verilen bir cevap olduğu kolaylıkla ifade edilebilir. Bu yazıda mitlerin bu arayışa verilen yegâne cevap olduğu veya tek doğru cevap olduğu iddia edilmemektedir. Aksine hemen hemen insanlıkla yaşıt bir söylemin işlevlerine dikkat çekilmekte ve din, felsefe, bilim gibi gerçekliği izah etme iddiası taşıyan sistemlerden biri olduğuna vurgu yapılmaktadır. Öte yandan modern zamanla birlikte bazı asli ihtiyaçların ötelenmesinden ötürü doğan boşluğu kapatmak adına suni ihtiyaçların ikame edildiği bir hakikattir. Bu nedenle insanoğlunun gerek asli ihtiyaçları gerekse suni ihtiyaçları mitleri üretmeye/mitlerin üretilmesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla günümüzde kendiliğinden ve dolaylı olarak iki farklı tarzda mitik üretimin var olduğu görülür. Bu doğrultuda mit ifadesinin günlük olarak kullanılan “uydurma” anlamının ötesinde işlevlerinden ötürü toplumsal kodları oluşturan, düzenleyen, yönlendiren, devamlılığını sağlayan ve bireysel edimlerin psikolojik arkaplanına etki eden bir yönünün var olduğu gerçeğine odaklanmak gerekmektedir. Yani aslolan mitin gerçeklik iddiası veya gerçeklikle ilişkisi değil, toplum ve birey üzerindeki işlevleridir.
[1] Karen Armstrong, A Short History of Myth, Canongate, Edinburg:2005, s. 1
[2] Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü: Yunan ve Roma, Kabalcı, İstanbul:2007, s. XIV
[3] Mircae Eliade, Mitlerin Özellikleri, Om, s. 16
[4] Walter Burkert, Homo Necans: The Anthropology of Ancient Greek Sacrificial Ritual and Myth, Tr. Peter Bing, University of California Press, Londra:1983, s. 31
[5] Fuzuli Bayat, Mitolojiye Giriş, Ötüken, İstanbul:2010, s. 11
[6] Robert Segal, Myth: A Very Short Introduction, Oxford University Press, New York:2004, s. 3
[7] Şinasi Gündüz, “Kutsal Hakkında Konuşmak: Dinsel Söylemde Mitos”, Milel ve Nihal Dergisi, S. 6/1, 2009, ss. 20-21
[8] Roland Barthes, Mythologies, Trans. Annette Lavers, The Noonday Press, New York: 1972, s. 107
[9] Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 12
[10] Şarkiyatçılık kitabında Edward Said, J. Balfour’un İngilizlerin Mısır’a hükmetmesinin meşru sebebi olarak Mısır’a ilişkin İngilizlerin sahip olduğu bilgiyi gösterdiğini ifade eder. Bu durum Eliade’nin miti bilmek, nesnelerin kökenini bilmektir” ifadesiyle doğrudan örtüşmektedir.
[11] Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 28; Herve Rousseau, Dinler, ss. 65-66
[12] Armstrong, A Short History of Myth, s. 8
[13] Armstrong, A Short History of Myth, s. 11
[14] Armstrong, A Short History of Myth, s. 130
[15] Kadim çağlarda kutsalla iletişime geçme teşebbüsleri, esrimeler, var olan zamandan başka bir zamana ulaşma arzuları ve mistik tecrübeler, modern dönemde kutsal ile modern insan arasındaki boşluk nedeniyle olsa gerek bazı kimyasallar aracılığıyla yaşanmaya çalışılmaktadır. Modern insanı düş zamamnında var kılan bu kimyasallar bireyin psikolojik bir çöküntü yaşamasına ve daha sonra da fiziki çöküntüyle birlikte çoğu zaman ölmesine neden olmaktadır. Campbell, her iki tecrübedeki en önemli farkı “mistiğin yüzdüğü suda modern bireyin boğulmasıdır” diyerek açıklamaktadır. Campbell, Mitolojinin Gücü: Kutsal Kitaplardan Hollywood Hikayelerine Mitoloji ve Hikayeler, Çev. Zeynep Yaman, Medicat, İstanbul:2007, s. 33
[16] Armstorng, A Short History of Myth, ss. 132-134
[17] Barthes, Mythologies, ss. 109, 110-119
[18] Armstrong, A Short History of Myth, s. 11
[19] Slovaj Zizek, “The Matrix or the Two Sides of Perversion”, The Matrix and Philosophy, Ed. William Irwin, s. 240
[20] Lauri Honko, “Theories Concerning the Ritual Process”, Science of Religion: Studies in Methodology, Ed.
Lauri Honko, New York: 1979, s. 372
Comments