Mesihçilik Düşüncesinin Dini Kökleri ve Fundamentalizmle İlişkisi
- Bilal Patacı
- 9 Oca 2016
- 11 dakikada okunur
Protestanlık bünyesinde XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Fundamentalizm kutsal metnin literal yorumunu yeniden öne çıkarması yönüyle geçmişe, apokaliptik bir nihai son vurgusu ile de geleceğe ait iki önemli sacayağına sahiptir. Bunlardan ikincisi her ne kadar literal okumanın ötesinde yorum merkezli bir yaklaşımla değerlendirilse de, yoruma konu olan sahneler kutsal metin referanslıdır. Dolayısıyla Fundamentalizmin eskatolojik tasavvuru yine kutsal metinden hareketle oluşmaktadır. Ancak XX. yüzyılın bu yeni akımının eskatolojik sahneleri kendisi gibi yeni değildir. Gelenek içerisinde dillendirilmiş eskatolojiler Fundamentalistlerce seçilerek Fundamentalist düşüncenin esası olarak kabul edilir. Bu sayede seçici bir gelenek algısına sahip olan Fundamentalizm mensuplarının ve misyon kitlesinin sona ilişkin ontolojik merakına kendi düşüncesinden hareketle dini bir cevap sunma niyetindedir.
Fundamentalist eskatolojinin temelini Mesihçilik ve Mesihçilik etrafında şekillenen öngörüler teşkil etmektedir. Dini bir esasa dayanan Mesihçilik düşüncesi dini olmanın ötesinde toplum üzerinde siyasi ve sosyal açıdan önemli yansımaları bulunan bir düşünedir.[1] Bu yazıda bu yansımaları detaylı bir şekilde ele almak mümkün değildir. Ancak Mesihçilik düşüncesinin tarihsel serüveni dikkate alınarak bu düşüncenin Fundamentalizm ile ilişkisi bağlamında söz konusu yansımalara işaret etmek mümkün olacaktır. Bu sebeple ilk adım olarak Mesih ve Mesihçilik kavramının bir analizine ihtiyaç duyulmaktadır.

Mesih ifadesi pek çok dini gelenek içerisinde dünyanın nihai sonunda bir başka ifadeyle kaosun yeniden egemen olduğu ahir zamanda ortaya çıkan kurtarıcı figürü için kullanır. Bu figür etrafında şekillenen düşünce de Mesianizm/Mesihçilik olarak ifadelendirilir. Merkezinde kurtarıcı bir figür bulunmakla birlikte kurtarıcının zuhur ettiği zaman ve mekan üzerine inşa edilen Mesihçilik düşüncesi bir yönüyle insanoğlunun varoluşsal sorularına verilmiş bir cevap iken diğer yönüyle mevcut durumu (iyi veya kötü) ilahi planın zorunlu bir aşaması kılmaktadır. Bu düşüncenin tamamıyla dini olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Nitekim Yakın doğunun eski kral figürleri kurtarıcı olarak görülürlerdi. Her yeni kral adına halkın büyük beklentileri vardı ve bu beklentilerin kurtarıcı rol üstlenen kral tarafından yerine getirilmesi umulurdu. Bir nevi Mesih-Kral olarak nitelendirilen bu figürün Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam geleneğindeki karşılıkları farklılaşma gösterse de esas olarak beklenen ve ideal bir kurtarıcı figürü hep merkezde olagelmiştir.
Kelime anlamı olarak İbranice “מָשִׁיחַ” sözcüğünün karşılığı olan Mesih ifadesi etimolojik olarak “yağlama” filinden türeyen “yağlanmış” sıfatına tekabül eder.[2] Buradaki yağlamadan kasıt kutsal bir takdistir. Dolayısıyla Mesih kutsallığı takdis edilmiş kişi olmaktadır. Bu eylem sıradan bir meşruiyet sunmanın çok ötesinde yağlanmış kişinin Tanrı tarafından kutsanan ve kurtarıcı/kral olması takdir edilen kişi olduğuna işaret eder. Bu da dünyevi otorite sahasının metafizik bir takdirle meşruiyet kazandığını açıklar. Böylece krallar sıradan insan olmaktan çıkarlar ve metafizik bir kimliğe bürünürler. Elbette ki din-dünya ayrımının keskin olmadığı ve din ile dünyevi olanın iç içe geçtiği eski çağlarda esas olarak neyin dini neyin ise dünyevi bir temele ait olduğunu tespit etmek zordur. Ancak dini gelenekler içerisinde şekillenen Mesih karakterinin daha çok dünyevi bir sahadan metafizik bir sahaya doğru evrildiği ve yaşayan krallar için kullanılırken zamanla kutsal metinlerden hareketle gelmesi beklenen müstakbel kurtarıcıya işaret ettiği söylenebilir.[3]
Yahudilik: Politik Mesih
Mesih düşüncesinin tarihsel açıdan en erken ortaya çıktığı geleneklerden biri Yahudiliktir. Yahudilik daha sonra Hıristiyanlık ve İslam’daki Mesihçiliğe de zemin hazırlayan bir konuma sahiptir. Kutsal metinlerde krallar Saul, Davud ve Süleyman için kullanılan bu unvan Babil Sürgünü sonrasında gelmesi beklenen müstakbel Yahudi kralını niteler olmuştur. Bu tarih itibariyle metinlerdeki eskatolojik anlatımlar ve nebevi kehanetler de müstakbel Mesih beklentisine yorulmuştur. Böylece krallık vasfının ötesinde Yakın Doğu geleneklerinde olduğu gibi kurtarıcılık vasfı ağırlık kazanmıştır.

Yahudi düşüncesinde Mesih beklentisine ilişkin detaylı bir okuma yapıldığında iki farklı mesih karakteriyle karşılaşıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki Yahudi ortodoksisi tarafından dillendirilen ve Eski Ahit’in kanonik metinlerine dayanan Milli ve Politik Mesih inancıdır. Bu inanca göre Yahudiler kendilerini esaretten kurtaracak Davud soyundan gelecek bir kral beklentisi içinde olmuşlardır. [4]“Davud” figürü burada önemlidir. Bu isim alelade seçilmiş bir isim değildir. Yahudi tarihinde Davud, İsrailoğullarını büyük zaferlere ulaştırmış bir devlet adamıdır. Yahudiler onun zamanında ihtişamlı bir krallığa sahip olmuşlar ve “Urşelim (Güvenli şehir)” olarak bilinen Kudüs Davud eliyle kurulmuş; ayrıca Süleyman Mabedi olarak bilinen tapınağın temelleri de Davud tarafından atılmıştır. Dolayısıyla müstakbel mesih ikinci bir Davud olmalıdır. Davud’un gerçekleştirdiği icraatların da mesih tarafından yapılması beklenmektedir. Buna göre mesih İsrailoğullarına dünyevi bir krallık sunmalı ve onlara zaferler hediye etmelidir. Kutsal topraklar olan Kudüs ve civarı tam anlamıyla bir Yahudi toprağı olmalı ve Süleyman Mabedi yeniden inşa edilmelidir. Her şeyden önemlisi bunları yapacak kişi Davud’un soyundan olmalıdır. Bu nedenle Yahudi kutsal metinlerinde Yahudileri Babil esaretinden kurtaran Pers Kralı I. Cyrus için mesih ifadesinin kullanılması farklı değerlendirilmek zorundadır. Çünkü Cyrus bir Yahudi değildir. Ama Mesih’ten beklenen bazı icraatları gerçekleştirdiği için mesih övgüsünü kazanmıştır. Oysaki Yahudi mesihi, politik bir gücü elinde bulundurmakla birlikte milli yani Yahudi olmak zorundadır. Öte yandan Yahudi suyundan gelmesine rağmen –hatta Hıristiyan yazarlara göre soyu Davud’a dayanmasına rağmen – politik bir gücü olmayan ve dünyevi bir otorite ideali taşımayan Mesih adayı da Yahudiler nezdinde kabul görmemiştir. Bunun en bilinen örneği İsa’dır. Hıristiyan yazarların İsa hakkında kaydettikleri bütün olağanüstülükler Yahudiler tarafından kabul görmemiştir. Üstelik Yahudiler İsa’nın Davud soyundan geldiği şeklindeki iddiayı da reddeder. Bunun da ötesinde İsa’nın vaad ettiği “Göksel Krallık” Yahudileri tatmin etmemiştir. Onlar daha ziyade dünyevi bir ihtişamın peşindedirler. Bu nedenle İsa’nın mesihliğini önemsememişlerdir.
Milli ve politik mesih figürü haricinde diğer bir mesih beklentisi ise daha çok apokrif kitaplarda ya da kanonik olmakla birlikte daha çok apokalipse/kıyamete ilişkin bilgiler içeren kehanet metinlerinde yer alır. Buna göre kanonik metinlerde daha çok insanoğluna ya da peygamberlere atıfta bulunan “adem oğlu” ifadesi ezeli ve olağanüstü bir mesih portresi olarak belirir.[5] Şu anda semada olan mesih, ilahi bir varlık olarak kabul edilir. O, zamanın sonunda dünyaya gelerek müminleri sıkıntılardan arındıracaktır. Bu yorum perspektifinde Daniel kitabındaki zamanın sonuna ilişkin kehanetler de bu ezeli mesih için yorumlanır olmuştur. Esasında Yahudiliğe ait olduğu söylenen bu ezeli mesih düşüncesinin kemal bir halde Hıristiyan mesihçiliğinde görmek mümkündür. Dolayısıyla Hıristiyan mesihçiliği ile Yahudi geleneğindeki bu ikinci tür mesih anlayışı arasında bir bağ kurulabilir. Ancak burada önemli bir sorunla karşılaşılmaktadır. O da ezeli mesih fikrine kaynaklık teşkil eden 1 Enoch ve 2 Esdras metinlerinin yazım tarihidir. Ringren’e göre 2 Esdras kesinlikle MS. 70’den sonra yazılmıştır. [6] Bu görüş kabul edilecek olursa ezeli mesih fikrinin temellerini Yahudilik’ten ziyade I. yüzyılın girift entelektüel atmosferinde aramak daha doğru olacaktır.
Hıristiyanlık: Ezeli Mesih
Hıristiyanlıktaki mesih inancı Yahudilikte olduğu gibi belli vasıflara haiz bir kurtarıcı motifi ortaya koymaktan ziyade doğrudan o kurtarıcının kim olduğunu söyler. Mesih İsa’dır. İncil yazarları Yahudilikteki Mesih inancına ilişkin ifadelerin İsa’nın şahsında gerçekleştiğini iddia etseler de İsa, Yahudilerinin beklediği Mesih’ten farklı özelliklere sahiptir. Her şeyden önce İsa Yahudilikteki Mesih’ten farklı olarak Tanrı oğlu sıfatıyla adlandırılır. Yahudi kutsal metinlerinde Mesih krala atfen “Sen benim oğlumsun” şeklinde bir hitap bulunsa da Hıristiyanlıkta Tanrı oğlu ifadesinin bir kraldan çok ilahi bir varlığa işaret ettiği düşünülmüştür.

Hıristiyan yazarların İsa’nın şahsında inceledikleri mesih figürünün Pavlus’un mektupları, Yuhanna’nın kitabı ve Hebrew metinlerinde farklı sıfatlarla izah edildiği görülür. Her üç metinde İsa’ya işaret eden bu sıfatlar sırasıyla ezeli mesih, logos ve âdemoğludur. Bu yönüyle Pavlus’a göre İsa ezeli mesih fikri ile özdeşleştirilerek teslisin ezeliliği meselesi çözmeye çalışmıştır. Yuhanna, Yahudi yazar Philo’nun bütün varlıkların kendisi aracılığıyla yaratıldığı logos fikrini geliştirerek logos ile İsa’nın aynı olduğunu iddia etmiş ve böylece tarihsel İsa’dan ziyade İlahi İsa fikrine yoğunlaşmıştır (Yuhanna:1:1-5). Hebrew metninde ise İncillerde İsa için kullanılan ademoğlu ifadesi ilahi bir varlığı niteleyerek kullanılmıştır.
Özetle Hıristiyan mesihçiliği Yahudi geleneğinden kaynaklanmakta ancak Yahudilikten farklı özellikler taşımaktadır. Her şeyden önce Mesih dünyaya bir kez değil, nihai sonda bir kez daha gelecektir. Dolayısıyla Mesih’in zuhuru Mesih beklentisinin bitmesini sağlamamış aksine daha da kuvvetlendirmiştir.
İslam’da Kurtarıcı
İslam’da Yahudilik ve Hristiyanlıktaki kadar kuvvetli bir mesih inancına rastlanmasa da özellikle hadisler çerçevesinde mesele ulema tarafından ele alınmış ve son döneme kadar Mesih’in –Mesih’ten kasıt Hz. İsa’dır – kıyametin bir alameti olarak ikinci kez geleceğine ilişkin kuvvetli bir kanaat hasıl olmuştur. Hatta kimi ulemaya göre Kur’an’da sarih bir ifade ile desteklenmeyen bu nüzul meselesi nüzul-ü İsa ile ilgili hadislerin tevatür derecesinde olduğu iddiasından ötürü itikadi bir mesele olarak görülmüştür. Ancak çoğunluk meselenin itikadi olmadığı kanaatindedir. Özellikle son önemde ise Mesih inancının İslam kaynaklarında sahih bir temele dayanmadığı, aksine sonraki yüzyıllarda Hıristiyan ve Yahudi kaynakların etkisiyle dine dahil edildiğine ilişkin tezler de öne sürülmekte ve Hz. İsa’nın ikinci gelişi reddedilmektedir. Konumuz gereği yıllardır süregelen tartışmanın detaylarına değinmek yerine sahih veya değil Müslümanlar arasında böylesi bir kurtarıcı beklentisinin var olduğuna işaret etmekle yetineceğiz. Bununla birlikte kurtarıcı beklentisinin yalnızca Hz. İsa üzerinden değerlendirilmediğini eklemek gerekecektir. Özellikle Şii kaynakların ısrarla üzerinde durduğu Sünni kaynakların ise Şia’ya nispeten daha az ilgi gösterdiği Mehdi inancı da Hz. İsa haricinde başka bir kurtarıcıya atıf yapar. Üstelik Mehdi hadisleri tetkik edildiğinde Mehdi’nin Hz. İsa’dan daha önemli bir işleve sahip olduğu dahi görülür. Bu hadislere göre Mehdi; ahir zamanın sonunda ortaya çıkıp Deccâli ve ordusunu mağlub edecek lider olarak tanımlanır. Bu bazen İsa’dan farklı birisi olsa da bazen de Mesih ve Mehdi'nin aynı kişi olduğu düşünülür.

Gerek Mehdi gerekse Mesih inancına referansta bulunan metinler özgün bir kurtarıcı motifinden ziyade Yahudi ve Hıristiyan gelenek içerisinde şekillenmiş Mesih fikrinin yansıması gibi durmaktadır. Bunun da ötesinde girişte bahsettiğimiz mesih inancının siyasi ve sosyal yansımaları İslam tarihi içerisinde dini misyonun önüne geçmiştir. Henüz kıyamet kopmadığı halde geçmiş on dört asır müddetince pek çok mehdilik/mesihlik iddiası dillendirilmiştir. Tüm bu iddiaların Müslümanların ittihadı yerine ihtilafına sebep olduğu neticesine bakılacak olursa mehdilik düşüncesinin oldukça manipülatif bir kimliğe sahip olduğu söylenebilir. Daha çok isyan ve itirazların meşruiyetine temel oluşturmak için mehdilik iddiasına başvurulmuştur. Mehdi hadislerindeki Mehdi figürünün savaşçı karakterinden olsa gerek Sudan Mehdisi Muhammed Ahmed’in cihadı bayraklaştırmasına karşın, Kadiyaniliğin kurucusu, Mesihlik iddiasındaki Gulam Ahmed muhtemelen Hıristiyan zihnindeki sevgi merkezli İsa portresinden hareket ederek cihadı öteleyen bir kurtuluş öğretisi oluşturmuştur.
Fundamentalizm-Mesiyanizm İlişkisi
Mesihçilik fikrinin sıhhati, nasıllığı, kökleri gibi sair konular dini gelenekler içerisinde tartışılmıştır. Ancak XX. yüzyılın başlarında beliren Fundamentalizm ile bu düşünce dinin esasları arasında yer bulmuş ve detaylarına ilişkin yeni söylemler ortaya çıkmıştır. Fundamentalizmin köken olarak Protestan Hıristiyanlığa dayanması neticesinde dini fundamentalizmler içerisinde Mesihçilik düşüncesiyle en yakın rabıtayı da Hıristiyan fundamentalizmi sağlamıştır. Fundamentalizmi Protestan köklerinden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi, mesihçilik düşüncesini de - fundamentalizm bağlamında - aynı kökten bağımsız düşünememekteyiz. Bu nedenle Mesiyanizm-Fundamentalizm bağlantısının özelde protestan genelde ise Hıristiyan temeller üzerinde değerlendirmek daha isabetli olacaktır.
Bilindiği gibi Fundamentalizmin temel ilkelerinden birisi millenarist/binyılcı bir çağ tasavvuruna sahip olmasıdır. Bu tasavvur nev zuhur değildir. Gelenekteki yorumlardan beslenir ve doğrudan mesihçilik beklentisi ile ilgilidir. Gelenek süresince yorumlanan nihai sondaki kargaşa, fundamentalistlerce modernizmin ortaya çıkışı ve neticeleri olarak ifade edilir. Dolayısıyla millenarist mesihçilik, modernizmin aygıtları karşısında ötekilenen dinin yeniden dirilişine, yeniden hayat buluşuna ilişkin bir beklentiyi ifade eder. Bu geçmişteki mesih beklentisinden kısmen farklı olsa da pek çok ortak yöne haizdir.
Pek çok dini eskatolojide altın çağ olarak tasavvur eden zaman diliminin Hıristiyan terminolojide binyılcılığa dönüştüğü söylenebilir. Buna göre millenarizm dünyanın sonunun yakın olduğu ve onu müteakip bitmek tükenmek bilmeyen bir bereket ahenk, kutsiyet ve adaletiyle yeni bir dünyanın geleceğine dair olan inançtır. Bu inanç dünyanın sonu bağlamında ele alındığında giderek şiddetlenen felaket senaryolarına, yeni bir dünya bağlamında ise daha ütopik bir kurguya işaret eder.[7]
Binyılcılık, kutsal metinlerde sembolik anlatımın yoğun olarak kullanıldığı pasajlar ve gayba-geleceğe ilişkin kehanetvari haberler aracılığıyla oluşur. Bu yönüyle binyılcılık metaforiktir. Uhrevi cennet ideali öncesinde muayyen bir süre de olsa yeryüzü cenneti yaşanmak istenir. Ancak binyılcılığın bu cennet ideali daha önce yaşanmış yitik bir cennete kavuşma mı yoksa eşi benzeri görülmemiş bir cennet tasavvurunun dünya üzerinde şekillenmesi mi kesin değildir. Kimi binyılcılara göre altın çağ din kurucusunun çağındaki saadete ya da asli zamanın cennete bir dönüş olarak yorumlanırken, kimileri için ise sadece binyılcıların ulaşabilecekleri bir mükafat olarak görülür. Asli zamana dönüş veya ütopik bir cennet tasavvuru olarak beliren her iki binyılcı öğreti fundamentalist dünya modellerinin oluşmasında önemli bir etken olarak görülür. Buna göre kimi fundamentalist akımlar devrimci/yargılayıcı bir tutum içerisinde “Dünya fatihi” modelini inşa ederken kimileri ise ıslahçı bir tavırla “Dünya dönüştürücü” modeli tercih eder. Ancak her iki tavırda ortak olan nokta altın çağın yakınlaştırılması ya da Mesih’in zuhur etmesi için bir ön hazırlığa ihtiyaç duyulmasıdır. Bu nedenle fundamentalistler dünyayı Mesih’in gelişine hazır hale getirmekle yükümlüdür. Bu da bir taraftan dinin yeniden ihyasını gerekli kılarken diğer taraftan altın çağ öncesindeki felaket senaryolarının gerçekleşmesini hızlandırmayı gerektirir. Bu nedenle Armagedon olarak bilinen Tanrı’yı kıyamete zorlama senaryoları önem kazanır. Bu noktada mesihçilik siyasi bir aktör gibi hareket eder. Böylece millenarizm öncesinde dünya siyasetinin kaotik ortamı oluşturulmaya çalışılır. Ancak bu kaotik ortamın beklenildiğini aksine fundamentalist coğrafyada teşekkül etmesi fundamentalistleri millenarizmden pre-millenarizm düşüncesine sevk etmiştir.
Amerikan Fundamentalistlerin belirgin bir özelliği pre-millenarist bir eskatoloji tasavvur etmeleridir.[8] Dünyanın nihai sonunda meydana gelecek kaosa ilişkin pek çok din eskatolojik bir beklenti içerisindedir. Özellikle kargaşanın had safhaya ulaşacağı bir zaman diliminin milenyum denilen altın bir çağa gebe olduğu düşüncesini öne çıkaran evanjelik Hıristiyanlar kendilerinin bu dönemi İsa’nın liderliğinde yaşayacaklarına inanırlar. Esasında bu düşünce Hıristiyan inancına göre İsa’nın göğe yükselmesiyle dile getirilmeye başlamıştı. Havariler İsa’nın gelişinin an meselesi olduğunu söyleyerek misyon faaliyetlerine ağırlık vermişlerdi. Yine Hıristiyanlık içinde filizlenen pek çok yeni dini hareketin “milenyum” düşüncesine sıkıca bağlandıkları ve seçilmişlik psikolojisi ile hareketlerinin motivasyonunu korudukları bilinmektedir. Bunun haricinde millenarizm düşüncesinin evanjelikler açısından temel referansı dispensasyonel bir dünya algısıdır. Zamanı yedi çağa bölen bu anlayışa göre insanlık “Masumiyet çağı” ile yaşam tecrübesine başlamış ancak Adem’in günahından ötürü bu çağ sonlandırılmıştır. Bu evreyi “Bilinç Çağı” adı verilen bir dönem izlemiş, bu çağ da Nuh tufanı ile son bulmuştur. Üçüncü çağ olan “İnsanlık Hükümeti” de Babil’in aşırılıkları nedeniyle bitmiştir. İbrahim ile başlayan “Ahit çağı” İsrailoğulları’nın Mısır esaretiyle, Musa ile başlayan “Yasa çağı” da İsa’nın Yahudilerce reddedilmesiyle sonlandırılmıştır. Şu an insanlık “Lütuf çağı”nı yaşamakta ancak bu çağın da tribülasyon ile sonlanacağına inanılmaktadır. Son çağ olarak bilinen milenyum ise şeytanın isyanına sahne olacaktır. Nihayetinde şeytan ateş gölüne atılacak ve dünya hayatı sona erecektir.[9]

Dispensasyonel öğretiyi kabul etmelerine rağmen Amerika’daki fundamentalist hareket millenarist değil, pre-millenaristtir. Bunun temel sebebi olarak beklenen kargaşanın (tribülasyon) alametlerinin tahmin edildiği gibi evanjelik toplulukların uzağında değil de evanjeliklerin yaşadığı bölgelerde ortaya çıkması gösterilir. Özellikle bu inanç değişikliğinde ABD’deki iç savaş bir kırılma noktası olmuştur. Bu tarih itibariyle çoğu evanjelik tribülasyonun öncesinde göğe yükseleceklerine yönelik bir beklenti içerisine girmiştir. Böylece kargaşadan kurtulacaklarına inanmışlardır.[10]
Dispensasyonel çağ tasavvurları yalnızca Hıristiyan geleneğe değil, pek çok dini düşünce içerisinde kabul görür. Caynizm’in kozmolojik tasavvuru zamanı yedi ayrı çağa böler. Mani asli (pasif) zaman, aktif zaman ve asli zamana dönüş olmak üzere üç ayrı evre betimler. Augustinus Adem ile Musa arasındaki zaman dilimini “doğa” evresi, Musa ile İsa arasındaki zamanı “Hukuk” evresi ve İsa sonrasını “Lütuf” evresi olarak kurgular. Zamanı dispensasyonel olarak bölen yalnızca dini düşünce de değildir. Çoğu zaman seküler düşüncede de dispensasyonel tavırlar görmek mümkündür. Auguste Comte’un mitolojik, metafizik ve bilimsel evre şeklinde evrilen pozitivist zaman kuramı bunun en açık ifadesidir. Ya da Marksist tarih tasavvurunun feodalite ile başlayan ve kapitalizmin karanlığı ile devam eden zaman çizgisinde nihai sonda sosyalist bir toplum ve çağ tasavvur edilir. Seküler düşüncenin ulaşmak istediği ideal zaman ve toplum düşüncesi dini temeli olan binyılcılık tezleriyle uyum içindedir.
Değerlendirme
Son iki yüz yıldır metasöylem olan bilimin insanlığın aradığı huzuru tesis etmede yetersiz kalması, hatta daha da karamsar bir tabloyu hızlandıracak bir ivmeyi teknik olarak sağlaması insanları yeniden dini kurtuluş öğretilerine sevk etmiştir. Bu noktada Mesihçilik fikrini önemseyen ve bu inanç perspektifinde oluşan ideali elde etmek için çaba gösteren hareketler geniş taraftar kitlelerine ulaşmıştır. Mesihçilik inancı bağlamında Yeni Dini Hareketler olarak bilinen dini grupların dışında daha çok modernite karşıtlığı ile ortaya çıkmış fundamentalist grupların etkin oldukları söylenebilir. Mesihçilik fikri dini bir kökene ve uzunca bir tarihsel geçmişe sahip olmasına rağmen modern dönemde Fundamentalizm akımının en belirgin özelliklerinden biri olagelmiştir. Bir yandan modernitenin dini ötekileştirmesi ve yıkıma uğrattığı aile ve ahlak düzeni, binyılcılık öncesi ortaya çıkacak kaosun dibacesi olarak görülürken, gelişen teknoloji ile daha da şiddetlenen savaşlar kıyamet senaryolarındaki nihai sonun habercisi olarak telakki edilmiştir. Bu da fundamentalist grupların Mesih beklentisini şiddetlendirmiş, hatta onları bu beklentinin gerçekleşmesinin hızlandıracak eylemlere itmiştir. Öte taraftan Mesihçilik söylemi, modernitenin sosyo-ekonomik üstünlüğü karşısında gerileyen/ötekileşen dini grupların aidiyet hislerini kuvvetli tutacak, sürekli bir ideal çağın ümidiyle dini çalışmalara sevk edecek önemli bir amil olmuştur.
[1] Gabriel A. Almond, Emmanuel Sivan and R. Scott Appleby. "Fundamentalism: Genus and Species" Fundamentalisms Comprehended, Ed. By. Martin E. Marty and R. Scott Appleby, University of Chicago Press, Chicago: 1995, s. 407
[2] C. W. Emmet, “Messiah”, Encyclopedia of Religion and Ethic, VIII, Ed. By. James Hastings, T and T Clark, New York: 1915, s. 571
[3] Helmer Ringren, “Messianizm/Mesihçilik”, Mesihi Beklerken: Mesihçi ve Millenarist Hareketler, Ed. Ali Coşkun, Rağbet, İstanbul: 2003, s. 46
[4] Emmet, “Messiah”, s. 571
[5] Emmet, “Messiah”, s. 576
[6] Ringren, “Mesihçilik”, s. 47
[7] Hillel Schwartz, “Millanaianizm (Binyılcılık), ”, Mesihi Beklerken: Mesihçi ve Millenarist Hareketler, Ed. Ali Coşkun, Rağbet, İstanbul: 2003, s. 92
[8] Nancy T. Ammerman, "North American Protestan Fundamentalism" Fundamentalisms Observed, Ed. by Martin E. Marty ve R. Scott Appleby, University of Chicago Press, Chicago: 1991, s. 6.
[9] George M. Marsden, Fundamentalism And American Culture, Oxford University Press, Oxford: 1980, ss.65-66; Randall Balmer, “Millenium”, Encyclopedia of Evangelicalism, Baylor Universit Press, Westminstre: 2002, s. S. 457
[10] Şule Albayrak, Hıristiyan Fundamentalizmi, Etkileşim, İstanbul:2007, s. 71.
Comentários