İncil Derlemeleri ve Müslüman Zihindeki İncil Algısı
- Bilal Patacı
- 9 Oca 2016
- 15 dakikada okunur
Dinler Tarihi disiplini içerisinde fenomenolojik bir metotla ele alınan meselelerin en büyük zorluklarından birisi hiç şüphesiz karşılaştırmaya konu olan fenomenin din dilindeki ifadesinin pek çok dini gelenek içerisinde farklı anlamları çağrıştırmasıdır. Örneğin “peygamber” ifadesinin gerek teolojik gerekse etimolojik bağlamlarından ötürü dini gelenekler arasında algı farklılığına yol açtığı görülür. Daha somut ifadeyle İslam dininde Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ ve tebyin etme görevi bulunan “peygamber” profilinin Hristiyanlıkta belirgin bir şekilde görülmediğini görecektir. Bunun yerine Hıristiyan geleneğinde İsa’nın hayatını ve sözlerini kaleme aldığı düşünülen isimler “peygamber” olarak kabul edilir. Bu ayrışmanın esas sebebini ise bu iki dinin vahiy algısı oluşturur. İslam’a göre Allah’ın kelamı olan vahiy, Hıristiyan inancında “logos” ile özdeşleştirilir ve logosun da İsa’nın bedenine enkarne olduğu iddiası yer alır. Dolayısıyla Hıristiyan ilahiyatı İsa’yı vahyin kendisi olarak kabul ettiğinden İsa’nın hayatını ve sözlerini aktaran kimseyi de İsa’nın peygamberi/elçisi (Απόστολος) olarak nitelendirir. Nitekim Hıristiyan kutsal metinlerinden Rasullerin İşleri isimli bölüm İsa’nın elçileri olarak kabul edilen kimselerin İsa sonrasındaki fiillerine yer vermektedir.

Hıristiyanlığın içinden çıktığı Yahudi geleneğindeki peygamber algısına bakıldığında bu algının Hıristiyanlık ve İslam’dakinden farklı olduğu müşahede edilebilir. Yahudilikte navi, hoze ve roe kelimeleri ile ifade edilen nübüvvet müessesesinin tarihsel süreç içerisinde komşu geleneklerden etkilenerek değişim geçirdiği düşünülür. Kelimelerin etimolojilerinden hareketle her bir ifadenin farklı işlevlere sahip olduğu kolayca anlaşılabilir. Bu bağlamda navi olarak ifadelendirilen kimselerin tıpkı İslam’da olduğu gibi vahyi insanlara iletme görevi vardır. Nitekim Arapça nebi ifadesi ile İbranice navi ifadesinin etimolojik kökeninin aynı olması bu benzerliği izah etmek için önemli bir ipucudur. Kelimelerin kökeninin aynı olmasına rağmen nübüvvetin mahiyeti ve nebilerin vasıfları hususunda ayrışmalar söz konusudur. Ayrıca Yahudi geleneğinde sahte peygamberler için de bu ifade kullanılır. Hoze ve roe olarak nitelendirilenler ise naviden farklı olarak daha çok vizyon görme yetisine sahip kimselerdir. Bu kimselerin ilahi haberleri insanlığa ulaştırma vazifesi yoktur. Hatta ücret mukabilinde bu mesleği icra edebilirler. [1]
Meselenin daha iyi anlaşılması için her üç dini gelenek içerisinde zikredilen bir isim üzerinden hareket etmek faydalı olacaktır. İsa, hem Yahudilik, hem Hıristiyanlık hem de İslam kaynaklarında yer alır. Buna rağmen İslam’a göre bir peygamber olarak kabul edilen İsa’nın Yahudi inancına göre sahte bir peygamber ve sapkın olduğu, Hıristiyan ilahiyatına göre ise peygamber vasfının ötesinde teslis inancının bir uknumu olarak ilahi bir doğaya sahip olduğu iddia edilir. Dolayısıyla bir Müslüman araştırmacının zihnindeki peygamber tasavvuru ile diğer dinlere mensup kimselerin zihinlerindeki tasavvurların ortak özellikler taşımakla birlikte farklı olduğunu söylemek gerekmektedir. Bu durum yukarıdaki mezkûr örneklendirme ile sınırlı değildir. Pek çok dini fenomen için bu farklılık söz konusudur. İlah, vahiy, din, melek, şeytan, kitap vb. pek çok konuda her dini geleneğin kendi tarihsel şartları içinde şekillenen algıları bulunmaktadır. Esasında bu doğal bir durumu yansıtmaktadır. Çünkü dinlerin teolojileri ilahi kaynaklı olsun veya olmasın bir tarih içerisinde şekillenir. Haliyle dini fenomenler de ister istemez bu tarihsel etkiye maruz kalır.
Fenomenleri karşılaştırmalı okumanın zorluğuna işaret ettikten sonra çalışmaya konu olan asli meseleyi zikredebiliriz. Bilindiği gibi dinler kendi teolojilerini kutsal olan ya da kutsaldan geldiğine inanılan metinleri kaynak edinerek oluştururlar. Bu da bir din açısından o dine ait kutsal literatürün son derece önemli olduğunu gözler önüne serer. Elbette ki bütün dinlerin kutsal metinlere sahip olduğu iddia edilemez. Ancak kutsal ile iletişimi olmayan hiç bir din yoktur denilebilir. Dolayısıyla yazılı olsun veya olmasın kutsal ile olan iletişim bir şekilde o dini geleneği şekillendirir.
Buraya kadar herhangi bir sorun yok gibi gözükmektedir. Dinlerin kutsal metinlerini karşılaştırmalı olarak incelemek isteyen birisi, yeterli donanıma sahip olmak kaydıyla bu incelemeyi kolaylıkla yapabilir. Ancak bu mukayeseli okumada karşılaşılacak önemli bir zorluk kendi kutsal metninden hareketle diğer dinlere ait kutsal metinleri değerlendirmede ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu karşılaştırmayı yapanlar diğer kutsal metinlerde kendi kutsal metin tasavvurunun özelliklerini görmek isterler ya da bu tasavvuru esas alarak diğerlerinin sıhhatini sorgularlar.

Yukarıdaki söz konusu zorluğun Dinler Tarihi çalışmalarında belirgin olarak görüldüğü yerlerden birisi İncil’in[2] Müslüman zihinlerdeki algısıdır. Bilindiği gibi Kur’an, Allah tarafından İsa’ya (as) İncil’in verildiğini (Maide: 46, Hadid: 27) söylemekte ve kendisinin İncil’i tasdik ettiğini (Nisa: 47) ifade etmektedir. Yine bazı ayetlerde İncil’e referansta bulunmakta (Tevbe: 111, Fetih: 29) ancak İsa’ya gönderilen İncil’in tahrif olunduğuna dair dolaylı ifadelere yer vermektedir.[3] Müslüman zihinlerde Kur’an’da varlığına işaret edilen bu İncil’in değiştirildiği kanaati belirgin bir şekilde hasıl olurken, Kur’an’ın mushaf şeklinde var olmasından ötürü İncil’in de mushaf olarak tarih sahnesinde yer aldığı ancak içeriğinin değiştirildiği şeklinde bir algı da vücut bulmuştur. Haliyle Kur’an benzeri bir kutsal kitabın Hz. İsa’nın ümmetinde var olduğu fakat sonradan tahrif edilerek esas nüshanın ortadan kalktığı kanaatinden bahsedilmektedir. Yine İncil adı altında pek çok metnin ilk yüzyıl itibariyle bilinmesi ve bunlardan sadece Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’ya atfedilen nüshaların kanonik, diğerlerinin ise apokrif olarak kabul edilmesi, Hıristiyan dini otoritesi tarafından sahte olarak kabul edilen metinler içerisinde Kur’an’da zikredilen İncil’in olabileceği beklentisini doğurmuştur. Ayrıca Kur’an’a göre Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’i müjdelemesi de (Saff: 6) “gerçek” incilin var olduğuna ve bulunmasına yönelik beklentileri kuvvetlendirmiştir. Nitekim arkeolojik kazılar sonucunda ya da tesadüfi olarak bulunan İncil nüshalarının Hıristiyan yetkililerce sahte olarak nitelendirilmesi, sürekli olarak İslam âleminde gerçek İncil’in bulunmakla birlikte saklandığı yönünde bir iddiayı gündeme getirmiştir. Özellikle bu durum Barnabas İncili olarak bilinen metnin XIX. yüzyıl itibariyle Müslüman dünyada meşhur olmasıyla sık sık tekrarlanan bir iddia halini almıştır. Bunun nedeni tarihsel zemin olarak Hıristiyan kültürü üzerine inşa edilen Batı medeniyeti karşısında İslam dünyasının yaşadığı komplekstir. Batı ilerleme düşüncesini tekeline almış, İslam dünyasının ise dini aidiyetten ötürü geri kaldığı iddiasında bulunmuştur. Bu iddia karşısında Müslümanlar çeşitli reaksiyonlar göstermiştir.[4] Bunlardan bir tanesi de İslam’ın doğruluğunun “öteki” dini metinler üzerinden ispat etmeye çalışmak olmuştur. Esasında kendi hakikatini diğer dini metinlerden hareketle ispatlama çabası sadece Müslümanlara has bir durum değildir. Bu çaba Hıristiyan yazarların sıklıkla başvurduğu bir yöntemdir. Henüz ilk yüzyıldan itibaren İncil yazarları Tanah’taki pek çok ifadenin İsa’ya işaret ettiğini kaydetmişlerdir (Yeşaya, 7:14). Böylece İsa’nın geleceği kendisinden önceki ilahi haberlere dayandırılmıştır. Bunun haricinde İsa’dan sonra ortaya çıkan metinlerin de İsa’yı doğruladığına yönelik iddialar olagelmiştir. Cusanus ismiyle meşhur Cusalı Nicholas Cribratio Alcorani ünvanlı çalışmasında Kur’an’ı Kerim’deki İsa ve Meryem ile ilgili ayetleri tetkik ederek bu ifadelerin İsa’nın uluhiyetine ve kanonik İncillerin sıhhatine işaret ettiğini söylemek kabilinde “Eğer Kur’an’a inanacaksam İsa’nın uluhiyetini kabul etmeliyim” şeklinde bir formülasyona ulaşmıştır.[5] Burada ilginç olan Cusanus’un Kur’an’ın Allah’tan geldiğini kabul etmemesine rağmen sahte olarak nitelendirdiği bir kitaptan hakikat iddiası devşirmesidir.

Cusanus’un bu çabasına benzer girişimler İslam dünyasında da var olmuştur. İncillerdeki bazı ifadeler Hz. Muhammed’e (sav) yorulmuş, hatta Hz. Muhammed’e (sav) işaret ettiği düşünülen İncillerin “gerçek” İncil olabileceğine ilişkin kanaatler ortaya çıkmıştır. Kuran’ın ve Hz. Muhammed’in doğruluğunun incil metinlerinden hareketle delillendirilip delillendirilemeyeceğini ortaya koymak için incillerin derleniş tarihine ve bu esnada Hıristiyan misyon coğrafyasının siyasi,soyo-kültürel ve dini şartlar ile incil derlemeleri arasındaki etkileşimi incelemek gerekecektir.
Hıristiyan literatüründe İsa’dan sonra İsa hakkındaki şahitliği anlatan metinler dönemin lingua francası olan Grekçe dilinde kaydedildiği için “iyi haber, müjde” manasına gelen εὐαγγέλιον/euangelion kelimesi ile isimlendirilmiştir. Kelime eu/iyi ve angelion/haber, mesaj manalarından mündemiçtir. İsa’nın Grekçe değil de Aramice konuştuğu verisinden hareket edersek bu ifadenin İsa’nın dilinde ܐܘܢܓܠܝܘܢ/ewang'eliyawn kelimesinin Grekçe karşılığı olarak kullanıldığı sonucuna ulaşırız. Kelimenin İngilizce karşılığı ise good/iyi ve spell/haber kelimelerinin birleşimi olarak “gospel” ya da “Tanrı’nın haberi” şeklindeki “God’spell kelimesine dayanmaktadır.[6] Nöldeke’ye göre bu isimlendirme Habeşçe “wangil” kelimesi üzerinden Arapça’ya geçmiş ve Kur’an’da özel bir isim formatında الانجيل /İncil olarak yer verilmiştir.[7] İncil’in Kur’an referansı ile Hıristiyan gelenek içerisindeki anlamının aynı olup olmadığı meselesine geçmezden evvel incillerin muhteviyatına odaklanmak gerekir. Gerek kanonik gerekse apokrif incillerden günümüze ulaşanlar tetkik edildiğinde bu metinlerin İsa’nın yaşamının belli bir dönemini anlatan ve O’nun sözlerine yer veren bir şahitlik olduğu görülmektedir. Bugüne kadarki bilinen bütün incil metinlerinin ortak özelliği budur. Bunun istisnası Nag Hammadi külliyatı içinde bulanan Tomas İncilidir.[8] Apokrif olarak kabul edilen bu incil metni sadece İsa’nın sözlerini içerir. Nitekim Tomas İncili’nin ortaya çıkarılması pek çok araştırmacıyı mevcut incillere kaynaklık eden Tomas İncili benzeri yazılı bir metnin var olması gerektiği şeklinde bir kanaate sevk etmiştir. Ancak bu kanaati destekleyecek herhangi bir tarihi delil bugüne dek bulunamamıştır. Tomas metnini istisna tutarsak diğer incillerin siret-i İsa formatında olduğu söylenebilir. Buradan hareketle her bir incil yazarının İsa’ya dair duyduklarını, O’nun hakkındaki şahitlikleri kaydettiği ifade edilebilir. Elbetteki bu kayıtların Hıristiyan inancına göre Kutsal Ruh’un gözetiminde oluşturulduğu kanaati söz konusudur. Ancak Hıristiyan tarihçilerin de kabul ettiği üzere İsa herhangi bir metin yazmamış veya havarilerine yazdırmamıştır. İncil olarak kaydedilen bu metinler İsa’dan sonra kaleme alınmıştır.

İsa tarafından yazılmış veya yazdırılmış bir kutsal metnin varlığı bilinmediği için İsa’dan sonra kaleme alınan incillerin sözlü aktarımın yazıya geçirilmesi ile ortaya çıktığı düşünülür.[9] Her ne kadar Markos incili öncesinde bir kaynak incilinin var olduğu varsayılsa da bu varsayım henüz kanıtlanabilmiş değildir. Dolayısıyla bugünkü tarihsel veriler ışığında incilllerin sözlü aktarımın bir ürünü olduğu daha makul bir izah olarak belirmektedir. Buraya kadarki verileri toparlayacak olursak incilleri İsa’nın sözlü gelenek içinde muhafaza edilmiş söz ve fiillerini Grekçe olarak ilk yüzyılın sonları itibariyle yazıya aktarılan metinler olarak tarif edebiliriz. Ancak inciller hakkında merak edilen hususlar bunlarla sınırlı değildir. İncillerin neden İsa zamanında ya da ondan kısa bir süre sonra yazılı olarak kaydedilmediği merak konusudur. Yine aynı şekilde neden sözlü birikim ilk yüzyılın ikinci yarısı itibariyle kayda geçirilmiştir? İncil metinleri yazıldıkları dönemde bir siyer kitabı olarak mı yoksa kutsal bir metin olarak mı görülmüştür? Bu metinler isnad edildikleri isimler tarafından mı yazılmıştır? Bu ve benzeri sorular incillerin Hıristiyanlıktaki önemini göstermesi açısından önemlidir.
Bilebildiğimiz kadarıyla mevcut kaynakların tamamında İsa’nın vaazlarını veya sözlerini kayda geçirdiğini ya da takipçilerinden herhangi birinin bu görevi üstlendiğine ilişkin bir kayıt söz konusu değildir. Matta 28:19’daki İsa’nın dirilmesinden sonra havarilerine hitaben “Bu nedenle, gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adı ile vaftiz edin” şeklindeki ifadesini esas alacak olursak, havarilerin İsa’nın mesajını yani İncili yaymakla görevlendirildiğini ifade edebiliriz. O halde havariler incili neye dayanarak yayacaklar? Bu misyon faaliyetleri esnasında ellerinde İsa’nın mesajını kaydettikleri bir metin var mıdır? Eğer bir metin varsa ve bu metin asıl metin ise neden inciller yalnızca tarihsel hatalarla değil, itikadi farklılıklarla da doludur?
İsa’nın sözlerini kaydeden bir metnin var olduğunu varsaymak meseleyi çözmeyip, başka sorulara yol açıyor. Bu varsayım eşliğinde ilk olarak mevcut incillerin kaynak olarak kullandıkları bir metne atıf yapmaları beklenirdi. Ancak herhangi bir kaynak metne atıf yapan incil yoktur. İkinci bir husus, misyon görevi üstlenen havariler adedince bu kaynak metnin çoğaltılması beklenirdi ki, bu sayede kaynak metnin muhafaza edilmesi kolaylaşırdı. Ancak şu ana kadar yapılan arkeolojik kazılarda böylesi bir metne ulaşılmış değildir. O halde “havariler incili nasıl yaydılar” sorusuna “İsa’nın mesajını sözlü birikim aracılığıyla aktardılar” şeklinde yanıt verilebilir. Nitekim sözlü aktarımın İsa’nın söz ve fillerinin esasını muhafaza edip detaylarında değişime yol açabileceği gerçeği düşünüldüğünde derleme inciller arasındaki farklılıkları da açıklama imkanı bulunur. Tabi bu sözel aktarımın yazıya geçirilirken esasının da değiştirilemeyeceğini garanti etmez. Bu pek ala mümkündür. Ancak kanonik olsun veya olmasın neredeyse bütün incil metinlerinde gezgin bir vaiz olan İsa’nın seyahatleri ve vaazları benzer bir şekilde anlatılmaktadır. İşte bu benzerliği muhafaza eden şeyin sözlü aktarım olması doğaldır.

Misyon faaliyetlerinin hafızalardaki İsa mesajının aktarılması yoluyla yapıldığına kanaat getirildiğinde neden bu sözel aktarıma ilişkin bir kaydın yapılmadığı veya neden incil derleme faaliyetlerinin ilk yüzyılın ikinci yarısı itibariyle başladığı sorusunu gündeme taşımak gerekir. Bu soru İsa’nın ikinci geliş öğretisi üzerinden düşünüldüğünde kabul edilebilir bir izaha ulaşmak mümkündür. Bilindiği gibi Hıristiyan inancına göre İsa ölümden dirildikten sonra havarilerine görünmüş ve onları misyon görevi ile görevlendirmiştir (Matta, 28:19). Çarmıh hadisesinden önce de dünyanın sonunda yeniden dünyaya geleceğini ifade etmiştir (Matta, 25:31). Kendisinin yokluğunda havarilerin ulusları İsa’nın ikinci gelişine hazırlaması gerekmektedir. Bu görev nedeniyle dünyanın değişik yerlerine giden ilk İsa yanlıları sadece İsa’nın mesajını ulaştırma gayretinde olmuştur. Bu süre zarfında İsa’nın mesajına ilişkin herhangi bir kayıt tutmamışlardır. Çünkü gerek Pavlus gerekse diğer havariler İsa’nın gelişinin an meselesi olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla mesajı kaydetmekten daha önemli olan mesajın oldukça geniş kitlelere ulaştırılmasıdır. Pavlus, cemaatine hitaben “Rab'bin sözüne dayanarak size diyoruz ki, biz yaşamakta olanlar, Rab'bin gelişinde hayatta olanlar, gözlerini yaşama kapayanların önüne asla geçmeyeceğiz.” şeklindeki sözleriyle İsa’nın ikinci gelişinin (porousia) kendisi hayatta iken gerçekleşeceğini ifade etmektedir. Bu ayrılığın kısa süreli olduğuna yönelik inançtan olsa gerek İsa’nın sözleri ancak İsa’nın gelişinin gecikebileceğine olan inancın ortaya çıkmasıyla birlikte yazıya geçirilmiştir ki, incil derlemelerinin tek sebebi bu değildir. Henüz Yahudi geleneğinden tamamıyla kopmamış ve Yahudilik içinde farklı bir cemaat olarak beliren İsa yanlıları MS. 70 yılında Süleyman mabedinin yıkılmasıyla birlikte inancın ortaya çıktığı merkezden uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Henüz havarilerin hayatta olduğu sıralarda İsa yanlıları arasında beliren anlaşmazlıkların Kudüs’te yapılan konsil aracılığıyla çözüme kavuşturulduğu şeklindeki tarihsel kayıt esas alınırsa (Elçilerin İleri, 2:19), mabedin yıkılması ve Kudüs’teki İsa yanlılarının sürgüne gönderilmesi cemaatin birliğini tehlikeye sokmuştur. Bu tarih itibariyle tehlikede olan yalnızca cemaatin birliği değil, aynı zamanda İsa yanlılarının can güvenliği ve yaymaya çalıştıkları İsa’nın mesajıdır. Bu tehlike henüz yeni filizlenmiş bir davetin yok olması anlamına gelmektedir. Böyle durumlarda mesajı yazılı olarak derlemek kalıcılığını garanti altına almak için uygulanabilecek en önemli adım olsa gerektir. Bu saikle İsa cemaatinin İsa hakkındaki bilgisi isimsiz derlemelere aktarılmıştır.[10] Bu isimsiz derlemeler sonradan İsa’ya şahitlik ettikleri düşünülen isimlere isnad edilerek meşhur olmuştur.
Bütün incil derleme faaliyetinin tetikleyici sebebi, mesajın yayılmasının ve aktarılmasının tehlikeye girmesi ise de yegane sebebi değildir. Zamanla dünyanın çeşitli yerlerinde cemaatler kuran ilk Hıristiyanlar, bulundukları sosyal, siyasi, dini ve kültürel atmosferden etkilenerek yeni incil yorumları geliştirmeye sev ektmiştir. Bu yorumlar da o cemaatin incil derlemelerine yansımıştır. Böylece apokrif olarak kabul edilen gnostik veya Helenistik karakterli inciller ortaya çıkmıştır. Gnostik karakterli Nag Hammadi külliyatı içindeki metinlerin çoğu bu varsayımı doğrulamaktadır. Elbette belli bir amaca matuf ya da belli bir incil yorumunu destekleyen inciller yalnızca apokrifler değildir. Kanonik olarak kabul edilen inciller de benzeri bir amaca hizmet etmiş olabilirler. Bilindiği gibi Hristiyan kutsal metinleri içerisinde ilk olarak ortaya çıkan Pavlus’un mektupları olmuştur. Kanonik sayılan İnciller Pavlus’un mektuplarından sonra yazılmıştır. Bu durum İsa’dan sonra Yahudi-Hıristiyanlar (Kudüs Cemaati) ve Pavlusçu Hıristiyanlar (Helenistik İsa Cemaati) olarak ikiye bölünen İsa yanlılarının iki farklı incil derleyebileceği ihtimalini gözler önüne sermektedir. Daha açık bir ifadeyle Pavlusçu öğretinin resmilik kazanması bu öğretiyi destekleyen derlemeleri öne çıkarmış olmalıdır. Ya da kanonik kabul edilen metinler Pavlusçu öğretiye uygun hale getirilmiş olmalıdır. Açıkçası ikinci ihtimal daha kuvvetli gibidir.

Bugün Hıristiyan kutsal metinlerine (Yeni Ahit) ilişkin bilinen en eski el yazması M.S. IV. yüzyıla dayanan Sina Kodeksi (Codex Sinaiticus) olarak bilinen külliyattır.[11] Bu da Pavlusçu öğretinin resmilik kazandığı ve alternatif görüşlerin ötekileştirildiği bir döneme denk gelir. İncil derlemelerine ait ilk nüshaların olmaması Sina Kodeksi içerisinde yer alan derlemelerin sıhhatini tespit etmeyi güçleştirmektedir. Dolayısıyla Sina Kodeksi içinde yer alan kanoniklerin, ilk metinlerin değiştirilmemiş bir kopyası olduğu ispatlanamamaktadır. Yaygın kanaate göre MS. 70 yılı itibariyle incil derleme faaliyetlerinin başlamıştır. Ancak bu kanaat günümüzdeki incillerin ilk derleme tarihine işaret eder. İlk metinlerle en erken Sina kodeksinde yer alan metinlerin aynılığından söz edemediğimiz için metinlerin değiştirilme ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu durumda MS. 70 ile 150 yılları arasında yazıldığı düşünülen - kronolojik sıra ile – Markos, Matta, Luka ve Yuhanna incillerinin esas nüshalarının akıbeti belirsizlik taşımaktadır. Dolayısıyla günümüzdeki kutsal metin literatüründe yer alan incillerin ilk yüzyılda değil sonraki yüzyıllarda derlendiği de iddia edilebilir. Hatta kimi yazarlara göre bugünkü Sina Kodeksinde yer alan incil derlemeleri ile orijinal nüshalar arasında ara redaksiyonlar söz konusudur. [12]
İncil derlemeleri ilk ortaya çıktıklarında anonim metinlerdi. Bugün Yeni Ahit olarak bilinen 27 kitaplık külliyat oluştuğunda - ki tarih olarak M.S. II. yüzyılın ortalarına tekabül eder – ilk yüzyıldan farklı olarak derleme incillerin birer isimleri vardı ve İsa biyografileri olmanın ötesinde ayinlerde okunulan kutsal metinlere dönüşmüşlerdi. Bu durum yalnızca inciller için değil Pavlus’un mektupları için de geçerliydi. Oysa Pavlus mektuplarını misyon bölgelerinde kurmuş olduğu cemaatleri kontrol etmek ve onları bilgilendirmek için kaleme almıştı. Armstrong’un ifadesiyle o hiçbir zaman kutsal metin yazdığını ya da yazdıklarının daha sonra tetkik edilip onlar üzerinden bir teoloji inşa edileceğini düşünmemişti.[13] Metinlerin kutsallık kazanmaları farklı Hıristiyanlık yorumlarının ana hatlarının belirmesiyle oluşmuş olmalıdır. Muhtemelen mabedin yıkıldığı kaos ortamında Yahudi geleneği içinde önemli bir işleve sahip olan kurtarıcı Mesih beklentisinin ısrarla dillendirilmesi, incil yazarlarına İsa portresi için bir ilham kaynağı olmuştur. Sinoptikler olarak bilinen Markos, Matta ve Luka’da, İsa’nın en temel vasıflarından birisi “beklenen Mesih” olmasıdır. Yazıldığı dönemin tedirginliğini ve kaotik atmosferini yansıtan bu metinlerin haricinde, Anadolu’da İsa’nın mesajının Helenistik bir yorumla mecz edildiği yeni bir Hıristiyanlık anlayışı ise İsa’yı Tanrı’nın enkarne olmuş vahyi (Logos) olarak görmekteydi Bu anlayış Yuhanna incili olarak bilinen dördüncü kanonikte belirgin bir şekilde ifade edilmişti (Yuhanna, 1:1-5). Böylece İsa ile vahyin özdeşleştirilmesi, özelde incillere genelde ise İsa’yı anlatan kanonik metinlere – Hıristiyan terminolojisiyle Yeni Ahit’e - doğal olarak kutsallık hediye etmekteydi.
Markos, Matta, Luka ve Yuhanna’nın kanonik metinler olarak kabul edilmesi, incil derleme sürecinin bu metinlerle sınırlı olduğunu göstermez. Aynı süreçte Yahudi-Hıristiyanlar olarak bilinen ve Yahudi şeriatının uygulanmasına devam edilmesi gerektiğini öne sürenlerin - Ebionitler, Nasraniler ve İbraniler olarak bilinirler – ellerinde de incil derlemeleri vardı. Esasında bu durum ikinci yüzyılda dahi standart bir İsa portresinin olmayışından kaynaklanıyordu. Pavlus’un Yahudi geleneğinden ödünç alarak kullandığı “Tanrı oğlu” ifadesi sinoptiklerde Tanrı’nın sıradan olmayan, özel kulu anlamında “insanoğlu” terimiyle karşılık bulacaktı. Ancak Yuhanna yazarı meseleye yeni bakış açısı getirecek ve kökleri Philocu tefsir geleneğine dayanan logos öğretisini İsa yorumunun merkezine koyacaktı. Böylece İsa ezeli bir kimlik kazanmış olacaktı. Dahası Gnostik eğilimler de Hıristiyanlık anlayışını etkilemeye başlamış ve bu etkileşimin en önemli adımı olarak Marcion’un Hıristiyanlığı tamamen Yahudilikten koparan kutsal metin kanonu olmuştu. Bu girişimiyle Marcion Gnostik düalizmin iki ucu olarak gördüğü Yahudiliğin tanrısı Yahve ile Hıristiyanların Baba tanrısını mukayese ederek Yahve’yi Gnostik teolojideki dünyayı yaratan kötücül varlık Demiorgus ile özdeşleştiriyordu. Bununla birlikte Pavlus’un mektupları ve Luka metninden oluşan yeni bir kutsal metin kanonu ihdas ediyordu. Bu durum karşısında mevcut incillerin sıhhatleri sorunu gündeme geldi. II. yüzyıl itibariyle kilise babalarına ait kanon girişimleri olduysa da Hıristiyanlar IV. yüzyıla dek ittifak edilen ortak bir külliyattan yoksun kaldılar. IV. yüzyıla gelindiğinde ise apokrifler ve kanonik metinler ayrılmış, bu tashihe ilişkin resmi listeler oluşmaya başlamıştı. Buna göre içlerinde II. yüzyılda meşhur olarak bilinen pek çok incil kanon dışı ilan edilmişti.[14]

Hıristiyan itikadı ve tarihsel veriler eşliğinde incil derlemelerine ilişkin ortaya konulan bu yorumlardan hareketle incillerin ilk iki yüzyıl içerisinde anonim yazarlar tarafından Grekçe bir dil ile İsa hakkındaki şahitliği aktaran biyografiler olduğunu söylemek isabetli olacaktır. Eldeki tarihsel verilerde incillerin bütününe kaynaklık teşkil eden bir ilk nüshaya veya İsa’nın dili olduğu iddia edilen Aramice bir incilin varlığına henüz rastlanmamıştır. Derleme çalışmalarının devam ettiği sıralarda metinlerin sıhhatine yönelik tartışmalar da başlamış, bu karışıklığın giderilmesi için Hıristiyan kutsal metinleri kanonize edilmiştir. Ancak bu kanonizasyon faaliyeti için Hıristiyan dünyanın IV. yüzyıl gibi geç bir dönemi beklemesi gerekmiştir. Bu gecikme ile birlikte kanonik incillerin ilk nüshalarının olmayışı ve günümüzdeki kutsal metin külliyatının en erken tarihli yazmasının IV. yüzyıla ait olması kanoniklerin orijinalliği hususundaki şüpheleri de beraberinde getirmiştir.
Değerlendirme
İncil derlemelerin tarihi ve incillerin mahiyetine ilişkin bu değerlendirmelerin akabinde Müslüman zihinlerin Kur’an ifadesiyle İncil ile Hıristiyanlık tarihinde süre içerisinde derlenen ve pek çok farklı nüshaya sahip olan metinleri ayırt etmek gerekiyor. Öncelikle Kur’an “İncil” ifadesiyle İsa’ya verilen vahye referansta bulunuyor. Bu sebeple İncil’e referansla söylenen “Hz. Muhammed’in (sav) İncil’de müjdelenmesi (Araf, 157), Allah’ın canları ve malları karşılığında müminlere cennetini vereceği ahdi (Tevbe, 111) ve Müminlerin kafirlere karşı şedid, müminlere karşı ise şefkatli (Fetih,29) olduğuna dair ifadeler bugünkü incil derlemelerini değil, İsa’ya verilen vahyi kastetmektedir. Oysa bugünkü incil derlemeleri bir siyer kitabı mahiyetindedir. İçinde Hz. İsa’nın söylemiş olduğu sözlerin bulunma ihtimali vardır. Bundan mülhem olsa gerek Hz. Muhammed (sav) “Siz Ehl-i kitabın sözlerini ne tasdik, ne de tekzib ediniz (Buhari, İ’tisam, 25) şeklinde buyurmuştur. Ancak tarih içerisinde İncil’in yazılı bir kitap olarak verildiği düşüncesinden hareketle gerçek bir incilin varlığına olan inanç olagelmiştir. Bunun muhtemel sebebi Müslümanların kutsal kitap algısının Kur’an’dan referansla oluşmasıdır. Nasıl ki, Kur’an bir Mushaf olarak İslam ümmetinin elindeyse, İncil’de benzeri bir şekilde İsa’nın takipçilerinin elinde olmalıdır. Oysaki ne Kur’an’da ne de tarihsel bilgilerimizde bu durum açıkça belirtilmiş değildir. Üstelik Kur’an’ı Kerim’deki bazı ifadelerden İncil’in yalnızca İsa’ya inen Mushaf şeklinde bir kitap olmaktan ziyade bir vahiy/haber olduğunu ifade edebiliriz.
Bilindiği gibi Kur’an nazil olduğu dönem süresince Mushaf olarak derlenmemiştir. Kur’an’ın Mushaf olması Hz. Muhammed’in (sav) vefatından sonradır. Ancak, nüzul süresince Kur’an’ın kendisi için kullandığı ifadelere dikkat edecek olursak bunların, “Kitap”, “Zikr”, “Furkan”, “Nur” gibi isimler olduğunu görürüz. Dolayısıyla henüz bildiğimiz anlamda bir kitap/Mushaf olmamış bir metin için Allah bu ifadeleri kullanmıştır. Buradan Kur’an’ın “Kitap” veya diğer isimlerle kastettiği Kelamullah’tır. Tıpkı İncil ‘de Kur’an’daki bu isimler gibidir ve Allah’ın vahyinin ismidir. Bu sebeple İncil’in illaki bir Mushaf olarak vücut bulması gerekmemektedir.
O halde mevcut apokrif ve kanonik incil derlemelerinin hiçbiri Kur’an’ın İncil olarak sunduğu kelamı bütünüyle içermemektedir. Böyle olmuş olsaydı her iki metnin Allah’ın kelamı olmaları hasebiyle birbirine yakın bir üslup ve mahiyet içermesi beklenirdi. Oysa ki, içinde Hz. Muhammed’in (sav) müjdelendiği iddia edilen ve Barnabas İncili [15]olarak bilinen metin de dahil olmak üzere bu aynılıktan yoksundur. Bu da bütün incil nüshalarının ilk dönemde var olan Hz. İsa’ya ilişkin sözlü siyer malzemesinin tarihsel süreç içerisinde derlenmiş metinler olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple İslam öğretisi ile uygunluk arz eden kısımlarından ötürü bazı incil nüshalarını “işte gerçek İncil” diyerek nitelemek tehlikeli bir iddiadır.
[1] Ömer Faruk Harman, “Yahudilikte Peygamberlik ve Peygamberler”, İslam Tetkikleri Dergisi, İstanbul:1995, IX, ss. 129-132
[2] Metin süresince Kur’an’da İsa’ya verilen vahyin genel adı olarak İncil ifadesi büyük harfle yazılacaktır. Ancak Hıristiyan kutsal metinlerinin önemli bir bölümünü teşkil eden inciller için cins isim formunda yazılacaktır. Bu yazım ayrımı sayesinde iki aynı kelime ile ifade edilen iki farklı anlamın karıştırılmamasını hedeflemekteyiz. Çünkü inciller Hıristiyan kutsal tarih yazımında bir yazım türü olarak belirmiştir. Oysa Kur’an İncil ifadesini bu yazım türünden ziyade İsa’ya verilen öğretiyi esas alarak kullanmıştır.
[3] Kur’an’da İncil’in tahrif edildiğine ilişkin doğrudan bir ifade yoktur. Tahrif ve türevi ifadeler ya Tevrat hakkındadır ya da Ehl-i Kitap gibi genel bir isimlendirme ile birlikte kullanılır. Ancak bu durum İncil’in tahrif olduğuna ilişkin Kur’ani ifadelerin olmadığı anlamına gelmemektedir. İncil’in İsa’ya gönderilen vahiy olduğu gerçeğinden hareketle mevcut İncillerde yer alan teslis akidesi ve İsa’nın uluhiyeti iddiası Allah’ın göndermiş olduğu vahyin değiştirilmiş olduğunu gözler önüne serer.
[4] XIX. yüzyılda İslam aleyhine neşredilen yayınların sayısında artış vardır. Bu artış aynı yıllarda hızlanan misyonerlik faaliyetleri ile doğrudan ilişkilidir. Harputlu İsjak Efendi’nin Diyau’l Kulûb’u, Ahmed Midhat Efendi’nin Müdafaa’sı ve Halil Halid’in Fusûli Mütenevvia’sı misyoner yazarların İslam aleyhine yayınladıkları metinler karşısında İslam’ı savunmak ve İslam’ın doğruluğunu açık bir şekilde ifade etmek için kaleme alınmıştır
[5] Bkz. Nicholas of Cusa's De Pace Fide and Cribratio Alkorani, Trans. by. Jasper Hopkins, The Arthur J. Banning Press, Minneapolis:1990, ss. 75-193
[6] Raymond F. Collins, “Gospel”, Encyclopedia of Religion, Ed. by. Lindsay Jones, McMillian, Michigan: 2005, VI, s. 3640
[7] Arthur Jeffrey, Foreign Vocabulary of the Quran, Oriental Institute, Baroda:1938, s. 72
[8] “The Gopspel of Thomas”, The Nah Hammadi Library, Ed. By. James Robinson, HarperCollins, New York:1990, s. 124
[9] Maurice Bucaille, The Bible, The Quran and Science, s. 43
[10] Karen Armstrong, The Bible: The Biography, Atlantic Books, London:2007, s. 77
[11] Collins, “Gospel”, s. 3641
[12] Bucaille, The Bible, The Quran and Science, 44
[13] Armstrong, The Bible, s. 61
[14] Yasin Meral, Yeni Ahit Kanonunun Oluşumu (Yayınlanmamış Yüksek Lisasn Tezi), Sakarya Üniversitesi, Sakarya:2007, ss. 116-120
[15] Burada Hz. Muhammed’in (sav) müjdelendiği iddia edilen Barnabas İncili ya da Kıbrıs Kumranı olarak bilinen metnin tenkidine yer verilmeyecektir. Ancak şu kadarı ifade edilebilir ki, öncelikle Barnabas hakkında bilinen tarihsel veriler Barnabas’a ait olduğu iddia edilen İncil ile çelişmektedir. Dahası söz konusu metin Barnabas’ın Mektubu olarak bilinen bir diğer metin ile de çelişmektedir. Bununla birlikte elimizdeki en eski nüsha 16. Yüzyıla ait olup İtalyanca yazılmıştır. Metnin kenarlarında Arapça notların varlığı bilinmektedir. Dolayısıyla en eski nüshası 16. yüzyıla ait bir metin üzerinden “”gerçek İncil” söylemi bir kenara “gerçek siyer-i İsa” söylemini kullanmak dahi pek makul gözükmemektedir. Öte yandan bu metnin Müslüman olan bir Hıristiyan tarafından yazıldığı iddiası da pek tutarlı gözükmemektedir. Metnin Kur’an ile çeliştiği yerler, muhtemel İslam’ı iyi bir şekilde bilmeyen bir musahhihe işaret eder. Söz konusu incil derlemesi gerek üşüp gerekse mahiyet açısından değerlendirildiğinde tarihsel süreç içerisinde istinsah edilirken veya tercüme edilirken değişim geçirmiş olmalıdır. Ancak metnin temel omurgası düğer incil metinleri ile aynılık arz eder. Bu saikle bize göre kanonik incillerin sıhhatiyle hemen hemen aynı sıhhate sahiptir.
Comentarios